BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Söyleşi / “Neden ‘Vasat Ümmet’i İnşa Edemedik?”, Tahkikat.net sitesi, Gündem Üzerine Söyleşi (Bölüm 5)

“Neden ‘Vasat Ümmet’i İnşa Edemedik?”, Tahkikat.net sitesi, Gündem Üzerine Söyleşi (Bölüm 5)

Mehmet Pamak’la gündem üzerine söyleşimizin beşinci ve son bölümünü istifadenize sunuyoruz. Bu bölümde ağırlıklı olarak tevhidi uyanış sürecinde yaşanan istikamet krizlerinin sebep ve sonuçları üzerinde konuştuk.

“Daha önce, ikbal, makam, mevki, iktidar nimetleri, ihaleler, zenginleşme fırsatları henüz kendilerine sunulmayanlar, bu tür nimetlerin ilk sunulduğu sınavda bu kadar çok sayıda dökülüyorlarsa, temel zaafın imanda olduğu kesindir. Milletvekili olma imkânı yok iken, makam, mevki ve ihale almak söz konusu değilken, laik demokratik partileşmeye, laik hükümetlere karşı olmak kolaydı. Öğrenciyken, baldırı çıplakken, kaybedecek şeyi yokken ya da dünya ekinini, süsünü kazanma imkânı bu kadar önüne açılmamışken, dünyevileşme, zenginleşme, makam mevki hırsı peşinde koşanları eleştirmek, bu yanlış yöneliş ve duruşlara karşı çıkmak kolaydı.

Ama öğrencilik bitip, evlendikten, iş ve meslek sahibi olduktan, size yakın görünen iktidarlar iş başına geldikten ve tüm bu imkânları sunduktan sonra, üstelik karşılığında İslami kimlik ve ilkelerden taviz istendiği halde maalesef çoğunluk ayakta kalamadı. Hatta önemli kısmı bu tür imkânlar sunulmadan, ufukta beliren iktidarlardan bunları elde edebilmek uğruna kendileri tavize koştular. Hâlbuki gerçek bir iman, bu imkânlar olduğu halde, eğer bunların karşılığında İslami kimlik ve ilkelerden taviz verilmesi gerekiyorsa reddetmeyi gerektirirdi. Ama maalesef çoğunluk bunu yapamadı. İşte bu sebeple Rabbimiz, “Ey iman edenler iman edin…” çağrısında bulunuyor. Bu ayetin üzerinde derinlemesine durmamız ve komplekssiz bir sorgulama cehdiyle halimizi gözden geçirmemiz gerekir. Bu iman nasıl bir imandı ki, en küçük bir rüzgârda savrulup gidivermeye engel olamadı.”

 

TEVHİDİ UYANIŞ SÜRECİNDE YAŞANAN İSTİKAMET KRİZİNİN SEBEPLERİ ve SONUÇLARI

Tahkikat : Bu söyleşimiz boyunca da zaman zaman vurgu yaptığınız üzere tevhidi uyanış süreci istikametini koruyarak ilerleyemedi, neden? Uzun yıllardır uyarıyor, yol gösterici olmaya çalışıyorsunuz, ama yine de tevhidi uyanış süreci taşıyıcısı kesimlerde büyük bir değişim ve dönüşümün yaşanmasını engelleyemediniz. En sonunda sizin daha önceki ifadelerinize göre “AKP politikalarına eklemlenme” yaygın biçimde gerçekleşti. Tevhidi gruplar neden istikametini koruyamadı, neden ilkeli duruş oluşturamadı?

Pamak : Evet çok uzun süredir savrulanları uyarmaktan yorgun düştük diyebilirim. İşte bu savrulmalara dur demek ve “durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” uyarısında bulunmak amacıyla 2006 yılında “’Ey iman edenler iman edin’ ayeti ışığında halimizi sorgulamak” başlıklı bir konferans vermiştim. Söz konusu konferansta, bu tür çözümsüzlük, korku, yılgınlık ya da dünyevileşme (kazanım, beklenti, ikbal, kredi, ihale, mamam-mevki) eksenli savrulmaların sebeplerini ve ıslah yollarını gündemleştirmeye çalışarak, bu kesimleri öz eleştiri yapmaya ve hali sorgulayarak istikameti doğrultmaya çağırmıştım. O gün söylediklerimi, aslında çok daha önceden beri de söyleye geldiklerimden bazılarını tekrar hatırlatırsam, sorunuza cevap olacağını sanıyorum.

On yıllarca Kur’an halkalarında tefsir yaparak gelen bu kesimlere öncelikle şu soruları sormuştum;

(http://www.ilkav.org/news.aspx?id=363&findtype=1&cat=mehmetpamak&page=8)

“Türkiye’de özellikle 1970’li yıllardan sonra başlayıp, 80’lerden itibaren ivme kazanan tevhidi uyanış ve kaynağa dönüş çabalarına ve bu çabaları gösterenlere ne oldu da, bu kadar çarpıcı savrulmalar ve geriye dönüşler yaşanabildi? Bu birikim bugün ne halde?

Hani Kur’an özne olup, merkezde ve belirleyici bir kitap olarak bizi, ailemizi, toplumumuzu yeniden inşa edip, ateşten korunmamızı sağlayacak, karanlıktaki hayatımızı aydınlığa çıkaracaktı?

Hani insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş bu kitap, bize, hak ile batılı ayırma kabiliyetini kazandıracak furkan fonksiyonu görecekti?

Hani Kur’an, cahili ölçüler içinde cereyan eden toplumsal hayatımızı, ilişkilerimizi ıslah edecek ve vahyin ölçüleriyle yeniden inşa edecekti?

Hani Kur’an, bireysel ve toplumsal hayatımızın bütün alanlarını, davranışlarımızı, ilişkilerimizi vahyin ölçüleriyle inkılaba uğratmak için indirilmişti?

Ne oldu da, Kur’an’ı gereği gibi okumayı, onu hayatımızın tam içinde ve tam içinden okumayı terk ettik? Ne oldu da, yıllarca süren tefsir dersleri bir türlü hayatımızı Kur’an’laştıramadı?

Sürekli elimizde, başucumuzda durması, sürekli bir irtibatla sürekli kalbimize ve hayatımıza nüfuz etmesi, hayatımızı Allah’ın rengine boyaması için okunması gereken Kur’an’ı bu işlevini yerine getiremez hale nasıl getirdik?

Ne oldu da, kitaba varis kılınmışken, elimizdeki bu muhteşem mirasa ihanet ederek, Resulullah’ın hesap gününde Allah’a, “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktı şikâyetine muhatap olacak zelil konumlara sürüklendik?”

Tahkikat : Önemli ve ciddiye alınması gereken sorular bunlar. Peki okunan Kur’an’lar onu okuyanlarda ilk nesildeki gibi bir inkılaba yol açmadı mı?

Pamak : Evet çok önemli sorular. Ama maalesef okunan Kur’an’lar beklenen sonucu doğurmamış ve vahyin ilk inşa ettiği nesilde meydana getirdiği inkılaba yol açmamıştı. Hâlbuki Kur’an aynı kitaptı. İman edenleri cahiliye kirlerinden ve dünyevileşme pisliğinden arındırıp vahiyle inşa etmek, inkılaba uğratmak ve onların şahidliği/örnekliği üzerinden de tüm insanlığı arındırıp ıslah etmek ve onurlandırmak, zulümattan, adaletsizliklerden kurtarmak üzere Allah katından indirilmiş furkandı, nurdu. İlk inşa ettiği nesilde meydana getirdiği sonucun oluşmamasının sebebi, günümüz Müslümanlarının, onların Kur’an’a yaklaşımındaki doğru ölçüyü, samimi teslimiyeti ve niteliği yakalayamamış olmalarından başka bir şey değildir.

İşte aynı konferansımda diğer başka sorularla daha önce sıraladığım soruları da açmaya da çalışmıştım. Şöyle ki;

“Ne oldu da, dünyanın süsleri, çıkar hesapları, korkular, dünyevi endişeler, ikbal, iktidar ve rant hırsları bizi bu kadar kolayca peşine takabildi?

Bizler, Kur’an halkalarında yıllarca bulunmuş olanlar, gereği gibi Kur’an okumayı da, öğrendiklerimizle amel etmeyi ve hayatımızı vahyi değer ve ölçülerle inşa etmeyi de kolayca terk edip, dünyanın süsleri uğruna, ahiret, hesap ve kulluk bilincimizi ve ona imanımızı zaafa uğrattık. Gerçekten bunu nasıl becerdik?

Neden imanımıza bu kadar kolayca ve bu kadar çabuk zulüm bulaştırabildik? Ne oldu da bütün bu hüsran ve bu büyük savrulmalar yaşanabildi?”

Belki samimi olarak, ama sadece duyguların, heyecanların yönlendiriciliğinde, henüz sınanmadan iman ettiğimizi haykırdık, ama bu teorik ve duygusal imanın altını dolduramadık, imanımızda mutmain olamadık, imanımıza yakîn, sahih bir boyut ve eğitime dayalı ciddi bir derinlik kazandıramadık. İşte bu sebeple de, daha ilk imtihanda hemen savrulduk ve maalesef kaybettik.

Hâlbuki yıllarca katıldığımız Kur’an halklarında öğrenmiştik ki; Rabbimiz, Bakara Suresi 155 – 157. Ayetlerde, bizleri “biraz korku”, “açlık”, “bir parça mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle” imtihan edeceğini beyan etmekte, sabredip, direnenleri ise müjdelemekteydi. Yine aynı halkalarda okumuş ve öğrenmiştik ki; Rabbimiz, Bakara suresi 214. ayette “sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sanıyorsunuz?” ikazıyla bizi uyarıyor, “Allah Resulü ve beraberindeki mü’minlerin büyük sıkıntı ve darlıklarla sınandıklarını ve ‘Allah’ın yardımı ne zaman’ diyecek hale gelene kadar büyük eziyetlere, darlıklara katlandıklarını ve Allah’ın vaat ettiği yardıma ancak böylece müstahak olduklarını” bildiriyordu.

Tahkikat : Üstelik daha önce(ki bölümde) de ifade ettiğiniz üzere, Kur’an’ın bize güzel örnek olarak sunduğu tüm Peygamber örnekliklerinde de bu imtihan çok çarpıcı biçimde ortaya konuyor. Onlar gerçekten Allah yolunda büyük sıkıntılara katlanıyorlar ve yine de şirk sistemlerine yanaşmıyor, uzlaşmıyor ve taviz vermiyorlar.

Pamak : Evet Allah razı olsun aynen öyle. Önemine binaen bir daha kısaca ifade edecek olursak, Nuh(AS) “Ya Rabbi, gece anlattım gündüz anlattım, açık anlattım, gizli anlattım, yine de dinletemedim ve yenildim” demek durumunda kalmış, 950 yıllık daveti sonucunda bir gemi dolduracak kadar bile insan iman etmemişti. Yunus (as) davete direnen zalim kavmini terk etmek zorunda kalmıştı. Ashab-ı Kehf, saraylardaki imkânları, dünyevi çıkarları terk edip, zalim sultanın yüzüne hakkı haykırmanın karşılığı olarak mağaraya sığınmışlardı. İşkencelere, ekonomik ve sosyal boykotlara muhatap kılınan, aralarından bazıları ise şehid edilen Resulullah (s) ve ashabı yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmışlardı.

Hak yolda tavizsiz sebat etmenin ve her şartta Hakkı ayakta tutmanın idrakinde olan bütün Peygamberler ve Kur’an’ın bildirdiği güzel örnekler dayanılmaz gibi görünen bütün zorluklara katlanarak tevhidi davetten tavize yanaşmamışlar, kitleleri ya da iktidar nimetlerini kazanmak pragmatizmi uğruna davalarından taviz verip uzlaşmamışlardır. Mesela Yusuf (as) Aziz’in hanımına bir miktar taviz verse zindana atılmayacakken, imani ve ahlaki ilkelerini korumak adına, içinde yaşadığı saraya zindanı tercih etmiştir. Musa (as) Firavun’un sarayında büyümüştür, biraz uyum sağlasa sarayda önemli mevkilere gelebilecekken, sarayı terk edip kendini çöllere vurmuştur. Ashab-ı Kehf de, bazıları zaten kralın danışmanı olarak sarayda bulunuyorlardı, önlerinde her türlü dünyevi imkân açılmıştı, onlar da Haktan taviz vermeyen, zalim sultana hem de sarayında hakkı haykıran bir onurlu direniş sonucu öldürülme tehdidi ile mağaraya sığınmışlardı. En son Peygamber Hz. Muhammed (s) ise, bir avuç iman edeniyle birlikte ekonomik ve sosyal boykotlarla açlığa mahkûm edilirken, zaten az sayıda olan iman eden kardeşlerinden bazıları ağır işkenceler altında inlerken ve hatta bazıları şehid edilirken, uzlaşma karşılığında “Devlet Başkanlığı” teklifi yapılmış ve kesin bir dille reddedilmiştir. Canlarını kurtarmak gibi bir maslahat için bile, Allah’ın hükmüyle hükmedilmeyen hiç bir iktidara yanaşmamışlar, taraf/yandaş olmamışlar ya da Dar-ün Nedve’de ve devlet başkanlığı da dâhil hükmetme makamında yer almaya, destekçi olmaya çalışmamışlardır.

Görüldüğü üzere Kur’an’da Rabbimizin gösterdiği örnekler, taviz ve uzlaşmayla bulunulacak şirkle hükmeden saraylara, iktidarlara sırt çevirip, zindanlara, çöllere, mağaralara ve işkence altında şehadete ve hicrete razı olmuşlardır. Bugün ise, tevhidi uyanış süreci öncüsü konumunda bulunan birçok kardeşimiz bile, farklı boyutlarda tavizlerle, bir takım kazanımlar, imkânlar elde etmek ya da bunları korumak refleksiyle ve çeşitli duygusallıklarla sistem içi iktidarlara, yani saraylara doğru koşuyorlar, taraf ve destekçi oluyorlar. Tevhidi davet ve toplumu vahiyle inşa etme mücadelesine ara verip ya da bu süreçte geliştirdikleri hak-batıl karışımı bir dille tevhidi istikamete ve ölçülere zarar verecek söylemler geliştirip, görece olumlu laik iktidarlara eklemleniyorlar. Bu kadar Kur’an okumanın sonu böyle mi olmalıydı?

Tahkikat : Ancak 1970’li yılların sonlarında başlayıp süren tevhidi uyanış sürecinin 1990’ların ortalarına kadar yine de belli ilkeleri koruyarak ilerledi, hatta ilk dönemin samimiyeti ve fedakarlıkları hâlâ hayırla yad edilir. Ne oldu da zaman ilerledikçe bu hale gelindi?

Pamak : Önce Özal, sonra RP yerel iktidarı dönemlerinde dünyevileşerek savrulanlara, 28 Şubat sürecinin baskılarıyla örselenip sendeleyenler, baskılardan yılarak savrulanlar eklenmişti. Daha sonra ise AKP süreci özellikle tevhidi kesimde savrulmaları zirveye tırmandırdı. Yine o konferansımda yaptığım tespit şu olmuştu:

“Daha önce, ikbal, makam, mevki, iktidar nimetleri, ihaleler, zenginleşme fırsatları henüz kendilerine sunulmayanlar, bu tür nimetlerin ilk sunulduğu sınavda bu kadar çok sayıda dökülüyorlarsa, temel zaafın imanda olduğu kesindir. Milletvekili olma imkânı yok iken, makam, mevki ve ihale almak söz konusu değilken, laik demokratik partileşmeye, laik hükümetlere karşı olmak kolaydı. Öğrenciyken, baldırı çıplakken, kaybedecek şeyi yokken ya da dünya ekinini, süsünü kazanma imkânı bu kadar önüne açılmamışken, dünyevileşme, zenginleşme, makam mevki hırsı peşinde koşanları eleştirmek, bu yanlış yöneliş ve duruşlara karşı çıkmak kolaydı.

Ama öğrencilik bitip, evlendikten, iş ve meslek sahibi olduktan, size yakın görünen iktidarlar iş başına geldikten ve tüm bu imkânları sunduktan sonra, üstelik karşılığında İslami kimlik ve ilkelerden taviz istendiği halde maalesef çoğunluk ayakta kalamadı. Hatta önemli kısmı bu tür imkânlar sunulmadan, ufukta beliren iktidarlardan bunları elde edebilmek uğruna kendileri tavize koştular. Hâlbuki gerçek bir iman, bu imkânlar olduğu halde, eğer bunların karşılığında İslami kimlik ve ilkelerden taviz verilmesi gerekiyorsa reddetmeyi gerektirirdi. Ama maalesef çoğunluk bunu yapamadı. İşte bu sebeple Rabbimiz, “Ey iman edenler iman edin…” çağrısında bulunuyor. Bu ayetin üzerinde derinlemesine durmamız ve komplekssiz bir sorgulama cehdiyle halimizi gözden geçirmemiz gerekir. Bu iman nasıl bir imandı ki, en küçük bir rüzgârda savrulup gidivermeye engel olamadı.”

Topluma daveti götürecek olanlar, daha davet ve şahitlik görevi tam yapılmadan, hemen görevi terk edip, dünyevileşerek, daha önce reddedip eleştirdikleri toplumun cahili değerlerine doğru savruluverdiler.

O günlerde şu önemli soruları da gündeme getirmiştim:

“Tevhidi uyanışla oluşan öbekler ve tevhidi bilince ulaşan veya öyle zannedilen bireyler neden uzun soluklu bir direniş azmini gösteremiyorlar? Neden bir süre sonra bıkıp, yorulup savrulmaya ve daha önce reddettikleri kesimlere ve yanlış din anlayışlarına doğru sürükleniyorlar?

İslami çalışma öbeklerinin büyük ekseriyeti, neden içinde her türlü inancı, hurafeci anlayışları da barındıran çıkar birlikteliklerine dönüştüler? Aynı grup içinde; -“tevhidi düşünenler”, -“tarihselciler”, -“modernistler”, -“liberal-demokratlar”, -“sekülerleşenler”,-“laik partilerde kurucu, üye, milletvekili, Belediye Başkanı ve Meclis Üyesi olanlar”, -“ulusalcı kirlilikler taşıyanlar”, -“artık devleti de kutsayanlar”, -“Tasavvufçular” birlikte bulunabiliyorlar.

Neden böyle oldu? Neden bu büyük çarpıklık bu kadar kolay ve bu kadar çabuk kanıksanabildi? Neden bu dönüşümü yaşayanlar, yıllarca Kur’an okudukları halde tevhid inancıyla bağdaşmayan bu halden rahatsız değiller? Neden bu çarpıklığı, savrulmayı, kargaşayı, eklektik duruşları kimse eleştirmiyor? Neden herkes birbirini idare ediyor?

Neden kimse kimseye merhamet etmiyor? Birbirinin yanlışlarına, savrulmalarına karşı çıkmamak, eleştirmemek birbirine zulmetmek iken, neden merhamet zannedilir hale gelindi? Neden, Allah için uyaranlar, emri bil maruf yapanlar kınanır oldu?

Böyle olunca, her türlü fikri aynı grup içinde barındırınca, tek amacın grup dayanışması ve grup çıkarlarını korumak olan kulüpler haline dönüşmekten korunmak mümkün olmuyor. Başlangıçta, tevhidi düşüncenin yaygınlaşması ve bu istikamette, sahih din anlayışı ekseninde İslami toplumsal dönüşümün gerçekleşmesi için kurulduğu iddia edilen bu tür grup, çevre ve öbeklerin çok büyük ekseriyeti bugün yukarıda zikredilen eklektik/karışık din anlayışlarına, geleneksel ve modern bid’at ve hurafelere itibar eden ve grubu için çıkar devşiren konumlara sürüklendiler. Giderek maddi yönden güçlendiler, holdingleştiler, zenginleştiler, TV sahibi oldular, büyük kurumlar oluşturdular ve biraz da kitleleşmeye doğru yöneldiler, ama ilk çıktıkları noktadaki tevhidi duyarlılıklarının bile çok gerisine düştüler. Hatta ilk çıktıkları zamanki ilkelerini bugün savunanlara, “siz hâlâ orada mısınız?” diye soruyorlar.

Kimisi daha önce tekfir ettiği laik demokratik çizgide particilik yapmaya, kimisi de hurafeci tasavvufun kıymetini(!) yeniden keşfetmeye, ilkeleri çürütücü, direniş azmini çözücü, şahsiyetleri öğütücü pragmatizmin peşinde, oradan oraya savrulmaya başladılar.”

Tahkikat : Peki sizce iktidar eksenli gayri İslami yöntemlere ve sistem içi siyasete savrulma ya da eklemlenme nedenlerini topluca sıralayın desek neler söylersiniz?

Pamak : Kur’an’ın emrettiği kulluk eksenli hayat tasavvurunu ve kulluk eksenli mücadele yöntemini bırakarak, iktidar eksenli, hevaya dayalı sistem ve yöntemlere savrulmanın, sistem içi politikalara eklemlenmelerinin pek çok sebeplerinden bazılarını kısaca zikretmek isterim. Ki bunları 18 yıl önce Selam Gazetesinde de, en son bahsettiğim konferansımda da gündeme getirmiştim.

İlk Kur’an Nesli Gibi Kur’an’a yaklaşmamak ve Kur’an’ı hakkıyla okumamak

Müslümanların istikameti korumada zaafa düşmesinin, baskıya ya da dünyevileşmeye dair rüzgârların önünde istikamet krizi yaşamasının en önemli sebebi, aslında bütün sebeplerin de tetikleyicisi olan asıl sebep, pek çok Müslüman’ın ilk neslin yaklaştığı şekilde Kur’an’a yaklaşmaması ve İslam’a onlar gibi cahiliyeden tamamen arınarak girmemesidir. İlk Kur’an nesli merhum şehidimiz Seyyit Kutup’un ifadesiyle, dini doğrudan Kur’an’dan almış, başka kitapları araya sokmamıştı. Aynı yolu izlemeyen, yani önce Kur’an’la teçhiz olup furkan kabiliyetini elde etmeden başka kitaplar okuyan günümüz Müslümanları bu kitapların hak ile batıl yanlarını ayıramadığı için olduğu gibi hak kabul edip sapabilmişlerdir. Kur’an’dan önce okunan bu tür kitapların şartlandırmasıyla Kur’an’a yaklaşan günümüz Müslümanlarının bu önyargıların ipoteği altında kalmaları sebebiyle Kur’an’ı doğru anlamaları mümkün olamamıştır. Diğer önemli husus ise, ilk neslin Kur’an okumaya yönelirkenki amacının salt bilgilenmek, fıkıh dağarcığını geliştirmek, bugünkü ifadeyle entelektüel olmak, akademik kariyer yapmak olmadığı gibi, anlamadan okuyup hatim indirmek, ölülere okumak ya da teganni ile okuyup haz duymak da değildi. Onlar hayat kitabı olarak gördükleri Kur’an’ı anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla okuyorlardı. Rabbimiz Kur’an’da bu okuyuşu “hakkıyla okumak” olarak niteliyor. Diğer taraftan vahyin inşa ettiği bu ilk nesil vahyi mesaja teslim olup İslam’a girerken, cahiliyeye (şirk ve ifsada) ait üzerlerinde (akide, düşünce, örf, adet, söylem, amel, kavram, ahlak vb) ne varsa, “verrucze fehcur” emri gereğince hepsinden arınıp, hepsini dışarıda bırakıp öyle giriyorlardı. Maalesef günümüzde birçokları bu tür kirlilikleri de İslami düşünce ve hayat alanlarına taşıyabilmektedirler.

İşte bu temel sebepten kaynaklanan en önemli savrulma sebebi, imanda ve şahsiyette zaaf olması, inanılan değerler konusunda emin olunmasını sağlayan yakîn bir imanın ve inandığı değerler konusunda bedel ödemeyi göze almayı sağlayacak bir şahsiyetin oluşmamış olmasıydı. İman ettiği değer ve ölçüler hakkında mutmain olamama, emin olamama sonucunda, kendi ilke ve yönteminden şüpheye düşme, “ya diğerleri doğruysa” şüphesiyle yanlış alanda doğru olanı arama, hak ile batılı karıştırma olarak ifade edilebilir. Bu sebeple, batıl davaları uğruna can feda eden nice sosyalist yahut ulusalcı kesimlerin batıla olan imanının, Hak davaya iman ettiğini iddia ettiği halde davası uğrunda istikrarlı, ısrarlı, sebatkâr ve fedakâr olamayan ve en ufak baskı ya da dünyevi imkânlar için savrulanların Hakka imanından daha güçlü olduğu büyük çelişkisi dikkati çekmekte ve utandırmaktadır.

Bu bağlamdaki savrulmaların bir kısmı da, tevhidi iman yerine Allah’ın varlığına imanın öncelendiği bir toplumsal kültürün, toplumla çelişmeme adına kanıksanmasıydı. Bu tür insanların, tam bir tevhidi inançla kendilerini değiştirmeden eski gelenek ve göreneklerindeki inançlarla birlikte İslam toplumuna girip kültürle dini birbirine karıştırmaları söz konusu olmuştu. “Bedevîler “İnandık” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “Boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah islerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat 49/14)

Kur’an’ı ilk inşa ettiği hayatın içinden kalkarak okumamak ve bugünkü hayatla da bağını kuramamak

Kur’an okumayı “hakkıyla” gerçekleştirememek ve hayatın içinde sürekli kılamamak bir diğer savrulma sebebi olarak dikkati çekmektedir. Hilkat (evren ve fıtrat) ve Hakikat (Kur’an) kitabını okumada yüzeysellik, sığlık, bu bağlamda önemli bir zaaf oluşturmuştur. Kur’an’ı, içselleştirmeden ve hayatla bağını kuramadan okumak, Kitabı teorik bir okuyuşa hapsedip, ilk indiği ve ilk inşa ettiği hayatla ve bugünkü hayatla bağını kuramadan okumak onun hayat kitabı kılınmasını engellemiştir. Kur’an’ı, Resulün ve ilk neslin örnekliğini, mücadele sünnetini dikkate almadan okumak. Kur’an’dan elde edilen bilgileri, salt bir tarih bilgisi olarak algılayıp, vazedilen kavramları, hükümleri ve ölçüleri bugüne taşıyamamak, bugünkü toplumdaki karşılıklarını tefekkür edememek Kur’an’ı doğru anlamayı ve yaşamayı zaafa uğratmıştır. Siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik alanı düzenleyen kimi hüküm ve kavramları tarihe gömen tarihselci bir yaklaşımla Kur’an algı ve anlayışında tahrifata yol açmak ya da rölativist (göreceli) yaklaşımla Kur’an’ın herkese farklı şeyler söylediğini iddia etmek de aynı konuda bir başka savrulma sebebi olmuştur.

Yani ilk indiği, dönüştürüp inkılaba uğrattığı toplumdan ve ilk inşa ettiği Peygamber ve ashabının hayatından soyutlanmış, ilk uygulamadan kopuk teorik Kur’an okumalar, bugünkü toplum ve hayatla da bağı kurulamayan ve dolayısıyla pratiğe aktarmada sorunlar yaşayan bir okuma olmuştur. Peygamberin güzel örnekliği ve Kur’ani sünnet içselleştirilmeyince, vasat ümmet örnekliğinde toplumu dönüştürme sorumluluğu terk edilince, vahyi sosyalleştirmekten, Peygamberi pratikten kopuk teorik imanlar, bir süre sonra cahiliye tarafından kuşatılıp, öğütülüyor. Kulluk eksenli bir hayatı kuramayanlarda, tevhidi bir pratiği üretemeyenlerde meydana gelen boşluğu dünyevileşme dolduruyor, ibadet bütünlüğünden ve ubudiyet bilincinin belirleyiciliğinden kopuk hayat giderek sekülerleşiyor.

Kulluk eksenli hayat tasavvuru yerine iktidar eksenli hayat tasavvurunu esas almak

Kulluk eksenli mücadele yerine iktidar eksenli mücadelelere heveslenilmesi, kulluğun parçalanıp, bazı parçaların dinin/bütünün yerine ikame edilmesi, kimileri açısından kulluk bütününden soyutlanmış bir siyasi mücadelenin dinin tümü gibi algılanması, hem de diğer alanları yok sayacak derecede birinci plana çıkarılması da bir başka savrulma sebebini teşkil ediyor. Bütün hayatı kuşatması gereken İslam’ı dar bir siyasal ideolojiye indirgeyen, siyasal sloganik eğilimlere sahip olup kulluk bütününü parçalayan İslamcılık, sistem içi siyasete eklemlenmeyi kolaylaştıran bir rol oynuyor.

İman-amel bütünlüğünü sağlayarak, söylediğini yaşayan tutarlı mü’minler olmayı başaramamak

Kur’an hükümlerini hayat düsturu haline getirememek, Kur’an’la ahlaklanamamak. İman edilen değerleri, Kur’ani ölçüleri hayat düsturu haline getirememek, inanıldığı iddia edilen değerleri salih amel haline dönüştürememek ve iman-amel bütünlüğünü parçalayan tutumlar da savrulmalarda önemli rol oynamaktadır. Allah, bu durumda olanları, Bakara suresi 44. ayette “Başkalarına iyiliği tavsiye ederken kendisini unutan bilgi sahipleri” ya da Saf Suresi 3-5. ayetlerde “en sevmediği hal olan yapmadıklarını söyleyenler”  ve Cuma Suresinde “Kitap yüklü merkepler” olarak niteleyip kınamaktadır.

Derinlikten uzak sığ okumaların yol açtığı fikirde ve tavırda yüzeysellik

Derinlikten uzak okur yazarlık sonucunda oluşan fikirde ve tavırda yüzeysellik sebebiyle derinlik kazanamamak yüzünden slogan, duygu, heyecan ve tepkiselliğin davranış ve eylemlere yön vermesi, vahiy ve aklın yönlendirme ve denetiminden çıkılması ve bu halin çözümsüzlüklere, tıkanmalara yol açması da savrulma nedenlerinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Başlangıçta dış tesirlerin sebep olduğu duygu ve heyecanlarla yöneldiği İslami çizginin, yeterli eğitimle altını dolduramamak, İslami duygu ve duyarlılığı, sahih bilgiye dayalı tevhidi bilince dönüştürememek ve 28 Şubat benzeri darbe ve baskı rüzgârlarıyla oluşan konjonktürel kırılma anlarında, kolayca geriye dönmek sonucunu doğurabiliyor. Duygular, umutlar, beklentiler, korkular, sevgiler üzerinde vahyin ve aklın denetimini kuramamak da dünyevileşmenin önünü açıyor.

Niteliksiz ve ilkesiz okumaların yol açtığı hak-batıl karışımı eklektik düşünceleri hak sanmak, batıl kavramlarla zihinleri bulandırmak

Nitelikli olmayan ilkesiz okumalar sonucunda, ayrıştırılmamış ve tasnif edilmemiş, hak-batıl karışımı dağınık bir bilgi yığınının altında kalınması da kafa karışıklığına ve savrulmalara yol açmaktadır. Bu sebeple de, söz konusu kişilerde tasnifli olmayan bu bilgi yığınından, zaman zaman etrafa saçılan bilgi tezahürleri zamana ve şartlara göre farklı beyan ve yaklaşımlar halinde ortaya çıkabilmekte, başkalarının da kafalarının karışmasına yol açabilmektedir.

Ayrıca Kur’an’la teçhiz olmadan, Furkan’ın ölçüsünü kazanmadan gerçekleştirilen diğer okumalar, özellikle de modern olana dair ilkesiz ve ölçüsüz okumalar sonucunda Batı kültüründen etkilenilmesi ve olaylara, dünyaya, hayata serküler mantık ve ölçülerle bakılmaya başlanması da önemli bir başka savrulma sebebidir. Bunun sonucunda da, Kur’ani kavramları, yöntemi, modeli günümüze taşıyamayan, bugünkü bireysel ve toplumsal hayatlarında ete kemiğe büründüremeyen, hayat, ahlak ve kimlik olarak ibraz edemeyen bu zihinlerin başka kavram ve modellerin istilasına maruz kalması söz konusu olabilmektedir. İşte bu sebeple, kendini Batının seküler/modern kavramlarıyla ifade etme ve tanımlama eğiliminin yaygınlaşması ve nötr olmayan bu kavramların dönüştürme etkisi yapması neticesinde de fikri değişimlerin yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.

Modern kavram ve değerlerin yol açtığı kirlenme ve Batının seküler değerlerini evrensel değerler olarak kabul etme sonucunda meydana gelen zihinsel dejenerasyon ve sekülerleşme Müslümanlar üzerinde önemli bir dönüştürme etkisi yapmış bulunuyor. Emperyalist sekülerleştirme projelerinin estirdiği medyatik rüzgara kapılarak, dağıtılan imkânlara teslim olarak, büyük güçlerin gücü karşısında komplekse kapılarak, onlarla sağlıksız ve ilkesiz ilişkiler kurarak Batı desteğiyle dönüştürme projelerine eklemlenme de özellikle yerel ve global “28 Şubat” projelerinin temin ettiği çok önemli ve yeni bir savrulma nedeni olarak gelişmelere damgasını vurmuştur. Üstelik bu tür kirlenmelerin etkisinde olanlar, bu eklektik (hak-batıl karışımı) tercihlerini İslami göstermek için, kimi Kur’an ayetlerini ya da siyer bilgilerini zorlayarak hallerini onaylatmak üzere tahrif anlamına gelecek çıkarımlar yapabilmekte ve bunlara dayalı yeni fikir ve söylemler üretip dinin bir gereği olarak sunabilmektedirler. “Vay haline o kimselerin ki kitabı elleriyle yazıp, az bir pahaya satmak için, ‘bu Allah katındadır derler!’ Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların!”(2/79)

Davet, eğitim ve şahidlikle toplumu dönüştürmeye dair uzun soluklu mücadeleye nefesi yetmeyenlerin bıkkınlık, yılgınlık göstererek, aceleyle iktidar ve ranta ulaşma eğilimi

Acelecilik de önemli bir savrulma sebebidir. Kimilerinin uzun soluklu, sabır, azim ve fedakârlık isteyen, riskleri göze almayı ve bedel ödemeyi gerektiren sıkıntılı bir davet, eğitim ve şahidlikle toplumu dönüştürme ve zulme, şirke, ifsada karşı mücadele ve ilkeli bir yürüyüşe nefeslerinim yetmemesi gerçekten savrulmaları kolaylaştıran ve yaygınlaştıran bir başka etken olmuştur. Bıkkınlık, yılgınlık, yorgunluk psikolojisinin yaygınlaşması sonucunda, uzun zaman alacağı anlaşılan İslami sisteme ulaşmaktan umudunu kesip, ‘bunca zaman uğraştık, bekledik ama hiçbir başarı(!) elde edemedik, iktidara ve devlete ulaşamadık, üstelik dünyada da zenginlik, mevki sahibi olmak vb bir takım imkânlardan da mahrum kaldık, yaşımız da ilerledi, bari bundan sonra ve bir an önce iktidardan ve ranttan pay kapalım’ yaklaşımına yönelinmesi de birçok kişinin bu imkânları sunan sistem içi siyasete ve geleneksel kesimlere eklemlenmesini kolaylaştırmıştır.

Bazılarının yanlış bir yöntem algısıyla sürüklendikleri iktidar eksenli mücadelede bir an önce silahlı “devrim” yaparak sonuç alma duygusal yönelimi hüsranla sonuçlanınca, bu sefer de yine bir an önce iktidar ve nimetlerine ulaşmak için demokratik yöntemin peşine takılmalarına yol açabilmiştir. Bazılarının da, yaşlarının ilerlemesine rağmen İslami devlet/iktidar hedefine bir türlü ulaşamamak sebebiyle, uzun soluklu bir yürüyüşü gerektiren İslami davet, eğitim ve şahidlik eksenli Kur’an ile büyük cihadla toplumu dönüştürüp İslami adalet sistemine ulaşma yönetimden ümidi kesmeleri, bir an önce iktidara ve onun nimetlerine ulaşma aceleciliği içine girmelerine ve sonuçta demokratik yönteme meyletmelerine yol açmıştır. İslami hayat tasavvuru, şüphesiz gerektiğinde ve şartlar oluştuğunda içinde siyaseti de barındıran kulluk eksenli bir hayat tasavvurudur. Ama kulluk eksenli ya da hedefli olmaktan çıkıp, kulluk bütününü parçalayan siyaset ve iktidar eksenli bir hayat tasavvuru haline gelince savrulma ve sapma kaçınılmaz olmaktadır.

İslami yöntemle, sünnetullah gereği toplumsal değişimle İslami yönetime ulaşmanın çok uzakta görünmesi, uzun ve zorlu bir yolculuğu gerektirmesi sebebiyle bir an önce bazı imkân ve dünyevi başarılara (!) ve bu arada can ve mal riskinden de uzak yöntemlere doğru eğilim gösterilmesi, fedakârlıktan nimetlere, riskten ikbale doğru kaçışın da savrulmalarda önemli rolü olmuştur.

Korkuların, baskıların etkisiyle sistemin “meşru” saydığı alanlara sığınma eğilimi

Kimi korkuların, baskı ve zulümlerin etkisi ve yönlendirmesi de savrulmalara yol açabilmektedir. Bazılarında, egemen sistemin baskı ve zulümlerinden kurtulmak, daha rahat çalışma imkânlarına kavuşmak amacıyla sistemin “meşru” saydığı alanlara doğru geçme eğilimi güçlenmektedir. Bu tip insanlar fazla sıkıntılara katlanmadan, bedel ödemeden, kolayca bir takım sonuçlara ulaşmayı arzu etmektedirler. Bu sebeple de, kendi özgün yol ve yöntemlerini kolayca terk edebilmektedirler. Tevhidi, inkılabi kesimlere yapılan baskı ve zulümlerden çekinip de sistemin “meşru” (!) saydığı alanlara doğru yönelme eğilimleri sonucunda korku krallığına teslimiyet de bu savrulmalarda önemli rol oynadı. “İnsanlardan kimi vardır ki, “Allah’a inandık” der; fakat Allah uğrunda eziyete uğratıldığı zaman, insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi tutar…” (Ankebut 10) “Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 214)

Dünyevileşme, çıkar ve menfaat temini gibi amaçlarla pragmatizme kaymak

Çıkar eksenli hesaplar. İkbal, iktidar, makam, mevki, kredi, ihale kapma amaçlı sisteme eklemlenmeler, süreklilik arz eden, en yaygın ve en etkili savrulmalardır. Ekonomik sıkıntılar yaşayanların veya daha yüksek refah seviyesini ve daha büyük zenginliği arzu edenlerin, ya da zenginliğine zenginlik katma hırsı içinde olanların, özetle dünyevileşenlerin, ekonomik imkân vadedenlerin, kredi ve ihale dağıtanların yanlarına hem de az sayılmayacak sayılarla koşmaları da dikkat çekici, ibret verici ve tarihi kökleri olan kadim bir savrulma nedeni olmayı sürdürmüştür.

Günümüzde ise, bilindiği üzere bu konuda CIA’ya rapor hazırlayan bir kuruluşun önerileri arasında “radikal” Müslümanları sisteme eklemlemek için iki yol gösterilmişti: –Demokratik platforma çekip, siyaset yapmalarını sağlamak. –Kredi-ihale verip ticaret yapmalarının önünü açmak. Söz konusu CIA raporlarının ılımlı – radikal ayrımı yaparak, Amerikancı, Batıcı seküler anlayışı temsil eden “ılımlı”lara ve sufizme sıcak yaklaşımlar geliştirmesi, onlarla egemen güçlerin temasa geçmesi, vaadlerde bulunması da bu tip yanlış din anlayışlarına rağbeti arttırdı.

Dünyevileşme kulluk eksenli İslami hayat tasavvurunun önündeki en büyük engeldir. Dini, bireysel ibadetler alanıyla sınırlayıp, siyasi, hukuki, ekonomik alanı dinden soyutlayarak, kapitalist üretim ve tüketim kültürünü içselleştirip protestanlaşma eğilimi içine girmek de, iktidar eksenli sistem içi yönteme savrulmanın çok önemli bir sebebi olarak öne çıkmaktadır. Bu sapma, emperyalist projelerle de örtüşen, küresel destek gören ve Özal iktidarıyla ivme kazanıp, AKP-Gülen koalisyonuyla zirveye çıkan sekülerleşme sürecinin dönüştürme etkisi bakımından, son dönemin en belirgin özelliği haline gelmiş bulunmaktadır.

Çözümsüzlük, alternatif projeler üretmede yetersizlik sebebiyle yanlış da olsa bir şeyler yapanlara meyletmek

Çözüm üretememek ya da alternatif projeler oluşturmamak, somut ve önemli dünyevi başarılar(!) elde edememek sebebiyle bunalıp ‘biz bir şey yapmıyoruz’ bari ‘yanlış da olsa bir şeyler yapanlara’ katılalım anlayışıyla, uzlaşmacı, hurafeci kesimlere, sistemle uzlaşma halindekilere, batılda kitleleşip kurumlaşanlara doğru meyletmek de savrulma sebeplerinden bir diğeridir. Üstelik bu özenilenler, ABD, AB, Papalık ve Siyonist kuruluşlarla çok yakın ilişkiler de kurmalarına, laiklik, demokrasi ve kapitalizmi sentez eden protestanlaşmayı gerçekleştirmelerine rağmen, özellikle 28 Şubat sonrasında çözümsüzlük bunalımı içine giren bazılarının onları yücelterek eklemlenmelerine yol açmıştır.

Toplumu dönüştürmede başarısız olduklarını düşünenlerin, marjinallikten kurtulmak amacıyla kitlelerin geleneksel din algılarına doğru meyletmeleri

Henüz görevlerini tam yapmadıkları halde, toplumu dönüştürmede haksız yere hemen sonuç almayı ve hemen bir inkılap gerçekleştirmeyi umanlar, uzun vadeli çalışmayı göze alamadıkları ve sabredemedikleri için, hemen dönüştüremedikleri toplumun cahili değerlerini yeniden keşfederek ve daha önce hata ettiklerini itiraf ederek, ne pahasına olursa olsun kitleyle buluşmak adına topluma doğru bir dönüşüm geçirdiler.

İçinde İslami motiflere de yer veren fakat esasta tamamen dünyayı terk gayesinde olan “Doğu Mistisizminin” ve “Batı Ruhbanlığının” özelliklerini de üzerinde bulunduran “Tasavvufi Düşünce”nin doğması, tarihi bir savrulma nedeniydi. İşte birileri bu savrulmayı eleştirerek yola çıkmışken şimdi yine ona sığınıyorlardı. “Sonra bunların izinden art arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik, ona İncil’i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.”. (Hadid 57/27)

Müslümanların kolaylığı için içtihadi alanda çabalar gösteren âlimlerin görüşlerini dogmatik olarak kabul edip değişmez mezheplerin oluşması, hatta zaman zaman mezhepleri dinin önüne geçirmek, hatta kimileri açısından dinleştirmek suretiyle oluşturulan “Kör taklid”çilik ve mezhebi taassupçuluk bu süreçte yeniden baş gösterdi. Bazı tevhid ehli Müslümanların, yola çıktıklarında önceledikleri Kur’an ve sahih sünnetin belirleyiciliğini terk ederek, mezhebî, Batınî yorumlarla, Kur’an algısını, korunmuş metinle alakasız yorumlarla tahrif eden eğilimlere ve mesnetsiz uyduruk rivayetleri Kur’an’ın ve sahih sünnetin önüne geçiren ve üstelik bu yanlışlara tabi olmayanları mü’min saymayan sapkınlıklara doğru savrulmalar yaşandı. Böylece, Kur’an’ı ve dini parçalayıp, kendi subjektif yorumunu dinleştirip onunla böbürlenen kesimler oluştu. “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan (olmayın. Bunlardan) her firka, kendilerinde olan ile böbürlenmektedir.” (Rum 30/32)

Az sayıda insanla birlikte olmaktan bıkıp, daha geniş kitlelerle birlikte olmanın arzu edilmesi, insanlardan itibar görmeye dair özlem ve beklentiler, marjinalleşmekten korkmak, kitleleşme uğruna ilkelerin feda edilmesi de önemli bir savrulma nedeni oldu. Hâlbuki bütün Peygamberler de önce marjinaldiler ve hatta pek çoğu bu konumdan hiç kurtulamadılar. Nuh (as) 950 yılda bir gemi dolduramadı, ama tevhid gemisini inşa etmekten de hiç bıkmadı, yorulmadı ve inkârcı kitlelerin tüm alaylara rağmen karada gemi inşa etmeyi ısrarla ve yılmadan sürdürdü.

Ama maalesef birçok Müslüman açısından marjinallikten bıkmak ve bir an önce kitlelerle buluşmayı arzu etmek ve böylece itibar kazanacağını zannetmek eğilimi de sapma ve savrulmalara yol açtı. Toplumda itibar görmek arzusunun galebe çalması sonucunda, dönüştürme iddiasıyla kendisine yönelindiği halde davete icabet etmeyen toplumun cahili değerlerine doğru savrulma hali yaşandı. ‘Madem onlar bizim davetimize gelmiyor, o halde biz onlara gidip kucaklaşalım ve böylece kitleleşelim’ arzusuyla, toplumun geleneksel ve modern hurafelerinde bir takım “güzelliklerin”(!) varlığını keşfetme eğilimi içine girenler oldu. İzzetin, itibarın, onurun tamamı Allah’ın yanındayken, izzeti yanlış yerde aramak da savrulmalara yol açıyor, istikameti bozuyor.

Tahkikat : Gerçekten de azınlıkta kalmak ya da marjinal görünmek Müslümanları çok etkiliyor ve hemen aslında doğru olan tercihlerini bile sorgulamaya götürüyor, öyle değil mi?

Pamak : Evet doğru, bu sebeple de ne pahasına olursa olsun marjinallikten kurtulmak için tavizkar bir tutum içine girerek, istikameti koruyamaz hale geliyorlar. Halbuki bir fikir, düşünce ve duruşun taraftarlarının marjinal olması, azınlığı teşkil etmesi, onun yanlışlığının ve terk edilmesi gerektiğinin delili olarak ileri sürülemez. Aslında toplumlarda büyük değişim ve dönüşümlere sebep olan fikir ve çabalar başlangıçta hep marjinal konumda bulunmuşlardır. Toplumlara hamle yaptıran, ileriye taşıyan köklü fikir ve düşüncelerin sahipleri de hep tek kişi olarak başlamışlar ve bu büyük dönüşümün yolundaki ilk adımları da ya tek başlarına ya da birkaç kişiyle atmışlardır. Marjinallikten kurtulup bir an önce kitleleşmek ve aceleyle dünyevi sonuçlar elde etmek isteyenler; dönüştürmek istedikleri toplumdan farklarını oluşturan temel ilkelerini terk ederek, değiştirmek için yola çıktıkları statükoya ve toplumun cahili değerlerine savrulmaktan kurtulamazlar.

Hak yolda olmaktan kaynaklanan marjinallik şereftir

Hak ve adalet çizgisinde ısrarlı olmaktan kaynaklanan marjinallik şüphesiz ki şereftir. İnsanlığa hayırlı büyük değişim ve dönüşümlere sebep olan çabalar başlangıçta hep marjinal olmuşlardır. Önemli olan azınlıkta olup olmamak değil doğru konumda bulunup bulunmamaktır. Kur’an birçok ayetinde “insanların çoğunun bilmeme” noktasında bulunduğunu, hakikate kendilerini kapatan konumları tercih ettiklerini vurguluyor. İblis ilk isyanı gerçekleştirip şeytanlık, saptırıcılık fonksiyonunu üstlendikten sonra, Rabb’imize hitaben, onların çoğunu şükredici bulamayacaksın” (A’râf Suresi 16-17) diyor. Bir başka ayette ise, “iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır” (Sâd Suresi 24) hükmü yer alıyor. En’am suresi 116. ayette ise, “Eğer yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar…” uyarısı yapılmıştır.

O halde anlamlı, değerli, itibarlı ya da doğru olmanın ölçüsü çoğunlukta olmak veya dünyada somut sonuçlar elde etmek değildir. Tek kişi bile kalınsa, hak, adalet ve tevhid çizgisinde bulunan kişilerin durduğu yer doğru, isabetli, değerli ve anlamlıdır. Hak istikametteki büyük değişimlerin yolunu açanlar da, hep marjinal kalma pahasına temel ilke ve değerlerinden taviz vermeden istikrarlı ve süreklilik arz eden onurlu ve şahsiyetli duruş ve çabaları ortaya koyanlar olmuştur. Bu anlamda bütün Peygamberler de marjinaldiler. Hatta toplumlarının çoğunluğunun, yani marjinal olmayanların yanlışta direnmesi, yalanlaması sebebiyle pek çokları da marjinal olmaktan hiç kurtulamadan ömürlerini ve görevlerini tamamladılar. Mesela Nuh(as), 950 yıllık; tebliği, fesada karşı ıslah edici çabayı ve marufu emredip münkere karşı durmayı içeren tevhid ve adalet mücadelesinde, toplumun batılda direnmesi sonucu bir gemi dolduracak kadar insana bile ulaşamamış ve savrulanların ifadesiyle dünyada bir sonuç ya da başarı da elde edememiş, iktidar da olamamıştı. Zenginleşememiş, holdingleşememiş, büyük kurumlar oluşturamamış, televizyon ve gazete sahibi olamamış, kitleleşememişti. O halde, dünyada somut başarılar (!) ya da her şeye rağmen büyüme ve kitleleşme peşine düşenlerin mantığı ile Nuh(as) yanlış yolda, manasız ve terk edilmesi gereken şeylerin ve marjinal tutumların, düşüncelerin, tercihlerin peşinde boşuna bir uğraş mı vermişti? Allah’a sığınarak haddimizi bilmek kadar değerli ve önemli bir şey olamaz. Bize yakışan, istikameti kaybetmeden dosdoğru yolda ısrarlı ve istikrarlı bir yürüyüşü gerçekleştirmek, her şart altında tavizsiz bir biçimde ve Allah rızası için doğru olanı yapmaktır. Hz. Nuh’un örnekliğinde olduğu gibi kınamacıların kınamalarına aldırmadan tevhid gemimizi inşa etmeyi ısrarla sürdürmektir, sonuçları takdir etmek ise sadece Allah’a aittir.

İzzeti yanlış yerde aramamak gerekir

Sonuç almak, başarılı olmak tamamen Allah’ın takdir alanına giren hususlardır. Bizim irademize bırakılmış olan ise, ne pahasına ve hangi şartlar altında olursa olsun, mutlaka yaratılış amacımız istikametinde üzerimize düşen kulluk görevimizi yerine getirmekten, Hakikatin mesajını hayatımızda örnekleyerek ısrarla insanlara ulaştırmaktan, tevhidin ve adaletin ikamesi için hayırlı, olumlu adımlar atmaktan, bu çabalarımızı ısrarla ve Allah rızası için sürdürmekten ibarettir. Bize düşen, siyasi ve dünyevi çıkarlarımız uğruna, bizi biz yapan bize şahsiyet ve şeref kazandıran temel ilkelerimizi, imani ve ahlaki değerlerimizi terk etmemektir. Niteliksiz kalabalıklarla, küresel ve yerel zalimlerin istekleri yerine getirilerek, ilkeler feda edilerek belki marjinallikten kurtulmak mümkün olabilir, ancak bunun Allah’ın rızasına uygun bir amel ve itibar kazandıran onurlu bir tutum olduğu söylenemez. Çünkü Kur’an izzetin, onurun, şerefin tamamının Allah’ın yanında olduğunu” (Nisa Suresi 139) açıkça beyan etmiş bulunmaktadır. O halde izzeti ve itibarı yanlış yerlerde aramaktan Allah’a sığınmak lâzımdır.

Mağlubiyet psikolojisinin yol açtığı sığınmacılık ve teslimiyetçilik

Kuşatılmışlık psikolojisi ile kuşatmayı yarma çabasının sıkıntısına katlanmak yerine, “boşuna uğraşmayalım başaramayız” yılgınlığı ve bunun yol açtığı mağlubiyet psikolojisiyle egemen güce sığınmak, kuşatmaya teslim olmak da istikamet krizine yol açan bir başka savrulma sebebidir.

Bazı Müslüman kesimlerin gayri İslami sistemin, kurumlarını, makamlarını ve yöneticilerini gözlerinde büyütmeleri ve onlardan görecekleri küçük bir ilgi ve itibardan çok fazla etkilenmeleri ve bu sebeple onlara meyletmeleri ya da tersine bir tepki aldıklarında, baskı ve tehdit gördüklerinde de hemen korkup bir kenara çekilme eğilimi göstermeleri, ortada görünmemeleri de, ibretlik bir savrulma nedenidir.

Uzlaşmacı bir anlayışla sistemle şu ya da bu ortak paydada buluşmak, resmi ideolojiden beratını tam anlamıyla ilan etmemiş olmak ve bayrakçılık, vatancılık, Türkiyecilik, devletçilik, demokratlık, ulusçuluk, muhafazakârlık vb ulusalcı kirlilikler ve sağcı eğilimler de hep bu kolay savrulmanın zeminini oluşturmuşlardır. Resmi ideolojiden ve ilkelerinden ve bunların sağladığı kirlenmeden tam anlamıyla arınamayanların, çeşitli etkilerle, zaten var olan devletçi, ulusçu, Türkiyeci, muhafazakâr damarlarının kabarması ve İslami duyarlılıkların yükseldiği süreçlerde derine çekilmiş bu tür cahili eğilimlerin, tersine gelişen süreçlerde yeniden depreşmesi de savrulmaları tetikleyen bir rol oynamıştır.

Ülke sorunlarına acil çözüm getirmek isteyenlerin, “Mademki şimdi İslam’ın gelmesi uzun süreli bir uğraş gerektiriyor ve bugün mümkün değil, o halde yangını söndürmek için mevcut şartlar içinde beşeri sistemler, modeller çerçevesinde projeler üretmeliyiz, mevcut sorunlara bu sistem içinde çözümler getirelim diyerek gayri İslami projelerin arkasına takılma eğilimlerine kapılmaları da bir başka savrulma nedenidir.

Egemenlere hizmet eden “iktidar uleması ya da aydınları”nın savrulmaları kolaylaştırıcı etkileri

“Saray ulemasının” ve bugünün “MGK ulemasının”, “İktidar ulemasının”, “zalim yönetime itaatin” gerekliliği hususundaki açıklamalarının mevcut iktidarlara itaat bilincini oluşturması ve bu sapmanın sistem tarafından sürekli beslenmesi, toplumun zulüm ve fitnenin adresini hep dışarıda aramaya, “kendi zalim ve kâfirlerini” hoş görmeye alıştırılmış olmasının da genel anlamda savrulmaları kolaylaştırıcı bir tesiri olmuştur.

Bazı hayırlı gelişmelerin zamanı gelince kendiliğinden meydana geleceğine yönelik sahte iyimserlik ve yanlış tevekkül anlayışı da direniş azmini kırıcı, pasifize edici bir rol oynamış, zaman zaman gündemleşen mevzii duyarlılıkların da kolayca sönmesinde ve sürdürülememesinde önemli rol oynamıştır.

Zulüm ve baskılar karşısında ne yapması gerektiğinin araştırmalarına yönelip, nasıl mücadele edeceğinin projelerini üretmek yerine, hatta yeni hak ve özgürlük taleplerini dillendirmek yerine, ne pahasına olursa olsun, mevcut kazanımları korumak endişesi ile mevcudun üzerine kapanıp, eldekini de kaybetmemek için pasifleşmek, geri çekilmek, suskun ve özür dileyici bir tavra sürüklenmek de büyük bir zaaf oluşturmuştur.

Tahkikat : İçinden geçilen süreç boyunca bizzat tanıklığını yaparak, zamanında yazı ve konferanslarınızla da uyararak, hatta ifadelerinize göre öncü şahsiyetleri bizzat ziyaret edip özel görüşmelerde de “emri bir maruf nehyi anil münker” sorumluluğu çerçevesinde de uyararak yapa geldiğiniz çok önemli tespitler bunlar. Keşke itibar edilip gerekli tedbirler alınsaydı da bugünkü tükenmişlik hali ortaya çıkmasaydı. Bu durumu, hali ve ulaşılan sonucu özetleyecek olsanız ne dersiniz? Bir de şu konuyu açıklamanızı isteyeceğim, bu savrulanlarla, fikri değişim geçirenlerle ilişkiler nasıl olmalı?

Pamak : Sonuç olarak, özet olarak ifade edecek olursak; her kesimin dönüşüm ve savrulmasında farklı unsurlar belirleyici olsa da genel olarak, en başta yanlış Kur’an okuma ve yaklaşımından kaynaklanan imanda zaaf ve yetersizlik, niteliksizlik, korkular, çıkarlar, fikri ve zihni karışıklıklar, dünyevileşme ve kazanımlar eksenli çok yönlü pragmatizm, ilkesizlik, acelecilik, çözümsüzlük kaynaklı bunalımlar, marjinallikten ve riskten kaçış ve en son olarak da emperyalistlerin küresel dönüştürme projelerine eklemlenmek gibi unsurlar bu büyük savrulmanın sebeplerini oluşturuyor.

Bütün bu sorun ve zaafların temelinde aslında sahih bir İslami bilgiye dayalı sahih bir imanın ve din anlayışında doğru, isabetli bir yönelişin nitelikli ve derinlikli bir biçimde gerçekleştirilememiş olması yatmaktaydı. Bir de bunun üzerine 28 Şubat’la daha bir sertleşip keskinleşen düzenin otoriter, baskıcı tavrı eklenince büyük sapma ve savrulmalar yaygınlaşabilmiş ve üstelik savrulanlar bu konjonktürel baskıları da kendilerine mazeret kılabilmişlerdi. Sonuçta, bazen korku ve endişe, bazen dünyevi güç ve imkânlara erişme hesabı, bazen reddedilmeme, dışlanmama tam tersine itibar görme, medyada yer alma beklenti ve telaşı, çoğu zaman da bütün bu kaygı ve hesapların iç içe geçmesi neticesinde savunulan ilke ve değerlere aykırı tutumlar gündeme gelebilmişti. Yıllarca savunula gelen doğrular bir çırpıda terk edilebilmiş, adeta tövbekâr bir ruh haliyle maziye tümüyle sünger çekilebilmişti. Bir süreden beri maalesef “Demokratik tevbe” yapan itirafçı kimlikler, işte bu zaaflar sebebiyle meydanı doldurmuştur.

Kimileri zaviyesinden savunulan doğruların pratiğe taşınması noktasında yaşanan başarısızlıkların ve sahip olunan iddiaların gerektirdiği bedeli göze alamayışın bir sonucu olarak; “zaten savunduğumuz şey pek de doğru sayılmazdı” türünden bir inkârcı tutum içine girilebilmiştir. Eksik ve zaaflarımızı gidermemize katkı sağlayacak, sorunlarımızı çözerek, zaaflarımızı aşarak ileriye gitmemizi sağlayacak bir öz eleştiri yerine, kendi zaaflarının faturasını iman ettiği, değer, ilke ve yönteme kesip, gerisin geriye dönmek zalimlerin bile alay etmelerine yol açan utanç verici bir vakıa olarak maalesef sıklıkla yaşanabilmiştir.

Diğer taraftan, komünizmin yıkılışı ve soğuk savaş döneminin sona ermesi, dünya üzerinde pek çok değişimin de yolunu açtı. İslam’ın vahiyle belirlenen dünya görüşünün, ilkelerinin ve sabitelerinin bu değişimden etkilenmesi, şüphesiz ki mümkün değildi. Her şeye rağmen İslam, insanlığı kurtaracak tek ve sahici mesaj olmayı sürdürüyordu. Hatta komünizmi ve kapitalizmi üreten modern, seküler Batı paradigmasının çöküşü sebebiyle, önü daha da açılıyor, bu sebeple de Batı telaşla İslam’ı düşman ilan etme yoluna gidiyor ve İslam’ın önünü kesmeyi birinci mesele haline getiriyordu. Ancak kimi Müslümanlar, Batıdaki bu tür gelişmelerin, İslam’a yönelik menfi propagandaların ve yeni değişim rüzgârlarının etkisi altında kaldılar ve Allah’ın koruması altındaki Kur’an’la belirlenen İslam’ın da yeni şartlara göre değişmesi gerektiği zehabına kapıldılar. Çünkü hedefledikleri İslami sistemin kurulmasının çok uzakta ve zahmetli bir mücadele gerektirdiğini fark ettiler. Daha fazla beklemeye takatleri yetmedi, bıktılar, yoruldular ve yılgınlığa, umutsuzluğa düştüler. Liberalizmin dünyevileşme eğilimlerini tahrik etmesi sonucunda da, ideallerini, ilkelerini sorgulamaya ve terk etmeye başladılar. Sonuçta dünyevileştiler ve geçmişte tercih ettikleri duruşu mahkûm ederek yeni konumlarını meşrulaştırma kolaycılığına ve zilletine sürüklendiler.

Üstelik tüm bu savrulmuş anlayışlarla, tevhidi düşünceye sadakatini sürdüren Müslümanlar aynı grup çatısı altında birlikte olmayı da sürdürüyorlar. İnandıkları gibi yaşamayanların, zamanla yaşadıkları gibi inanmaları kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Savrulanların aynı grup içindeki varlığını sorunsuz bir biçimde ve kanıksanarak sürdürmeleri, yeni savrulma ve dönüşümlerin zeminini hazırlıyor. Bu yanlış tutum ve anlamsız birliktelik grubun tamamını çürütücü bir risk taşıyor. Tabii ki, savrulan, dökülen, imanına aykırı amellere yönelenler için üzülmeli ve onların bu yanlıştan kurtulmalarına vesile olmaya çalışmalıyız. Ama bu gidişatta ısrar edenler, hatta eski tevhidi çizgilerini reddettiklerini açıklayarak yeni fikirleriyle gurur duyanlara, yeni konumlarını İslami göstermeye ve başkalarına da bulaştırmaya çalışanlara tavır koymalıyız. Tıpkı Resulullah (s) in Ka’b bin Malik ve arkadaşlarına yaptığı gibi uyarıcı tavırlar koymalıyız. Savrulmanın normalleşmesine, kanıksanmasına asla vesile olmamalıyız.

Tahkikat : Bir de sizin her yazı ve konuşmanızda daha farklı tuttuğunuz, savrulma eğilimlerini eleştirmekle beraber hâlâ kendilerinden umutlu olduğunuzu gösterdiğiniz kesimler var. “Yanlış yapan kardeşler” olarak niteleyip bir gün yeniden temel tevhidi ilkeler çerçevesinde kucaklaşma umudunu saklı tuttuğunuz ve daha yakın gördüğünüz bu kesimlerin sistem içi politikalara eklemlenmelerinin sebeplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pamak : Tevhidi uyanış süreci bakiyesi kesimlerden kimileri de, hem fert planında hem de çevre olarak, Kur’an ve sünneti belirleyici kılma iddialarını hâlâ sürdürmelerine ve bizim de yanlışlarından döneceklerine dair umudumuzu hala koruduğumuz ve kendimize en yakın bulduğumuz kesim olmalarına rağmen, her yeni yanlışı daha ileri boyutta gerçekleştirmek suretiyle giderek daha fazla savrulmaktadırlar. Sürekli kendilerine bu yanlıştan dönmeleri için dua edip ilmi uyarılarda bulunduğumuz bu kardeşlerimiz, maalesef umudumuzu kıracak ve giderek umutsuzluğu arttıracak şekilde hak ile batılı karıştıran yanlışlarını sürdürmekte ve sistem içi hükümet arayışındaki demokratik yolları tercihe savrulmakta ısrar etmektedirler. Bu kardeşlerimizin söz konusu yanlış eğilim içine girmesine sebep olan en önemli saik duygusal olarak kendilerini çok etkileyen bazı tespitleridir. Bu tespitler kendi zaviyelerinden şunlardı;

a – Sistem içi demokratik değişim sürecinin öncü siyasi kadrosunu kendilerine yakın bulmaları,

b – Onların eşleri örtülü, kendileri namaz kılan şahsiyetler olmaları ve iyi niyetle büyük risk alarak askeri vesayet rejimini, Kemalist resmi ideolojiyi tasfiye etmeye çalıştıklarına inanmaları,

c – Hükümetin Bakanlarıyla zaman zaman görüşmeler yapıp brifing almaları,

d – Bütün bunların yanında bir de onların alternatifinin, tesettür başta olmak üzere İslami hayat tarzına, İslami olan her şeye yönelik düşmanlıkları ve Müslümanlara yönelik zulümlerindeki aşırılıkları, azgınlıkları,

e – Üstelik on yıllardır çekilen bu baskı ve zulümden bu sistem içi değişimci kadro sayesinde kurtulmuşken, despot vesayetçi, darbeci İslam düşmanlarının her an geri gelme ihtimallerinin olması ve bu sebeple görece özgürlük getiren siyasi kadroyu yıpratıp devirmek için sürekli çabalar sarf edildiğine inanmalarıdır.

Bizce de, bu tür tespitlerin önemli bir kısmı doğrudur, evet AKP dönemi geçmişe göre görece bir olumluluktur ve eski statükonun Kemalist baskı ve zulmünün devamı anlamına gelen eski darbeci vesayet sürecine dönülmesi riski vardır. Ancak itiraz ettiğimiz husus; böyledir diye, bağımsız ve özgün İslami duruşu ihmal edip unutarak, tevhidi mücadele ilkelerini ve stratejisini terk edip erteleyerek, bu sistem içi görece iyileşmeyi merhale olarak tanımlayıp eklemlenmek ve yeni statükonun görece özgürlükçü politikalarına aktif destekçi olmak, onları savunur hale gelmek, sistem içi demokratikleşme süreçlerine dâhil olup, istikamet zaafı içine sürüklenmenin yanlışlığı ve bu tutumun davetin muhataplarında da şaşkınlığa yol açtığı hususudur. Sonuçta, bu kesimlere yönelik eleştirilerimiz, hem Allah’ın dininin arı duru halinin bu temel yanlışlarla zarar görmemesi, hem bu kesimlerin kendilerinin ahiretlerine zarar vermemeleri içindir. Hem de tevhidi davetle arındırma, ıslah etme sorumluluğu taşınılan davetin muhatabı kitlelerin hak-batıl karışımı sistem içi tercihlerinde onlarla aynı yerde buluşarak, bu batıl çizgiye meşruiyet kazandırmamaları, onların Hakikatle buluşmalarına örneklik/şahidlik yapma niteliklerini kaybetmemeleri ve davetin muhatabı olanların ıslahı yerine kafalarının karışmasına yol açmamaları içindir.

Ama maalesef, sistem içi görece iyileşmeye yönelik değişimcilerden bu tür duygusal etkilenmeler, geleceğe dair beklentiler ve eski statükonun hortlamasından duyulan endişelerle söz konusu kesimler ve öncü yazar kadroları, yaklaşık 2010 yılından itibaren içine girdikleri bu savrulma ve eklemlenme sürecinde, giderek yanlışlarını kanıksayarak daha fazlasını yapmaktadırlar. Şimdi de bu yaptıklarının meşru olduğunu ispat sadedinde Mekke’de Resulullah’ın (s) da, bugünün sistem içi demokratik yöntemine benzer tercihlerde bulunduğunu iddia edecek kadar mesnetsiz, delilsiz iddialarda bulunabilmektedirler. Bu kardeşlerimiz de, diğer gruplarla ortak açıklamalarında “resmi ideolojiden arındırılmış sivil anayasa” talep eden, şirk anayasasının kısmi değişikliğine oy verme çağrısı yapan, Gezi olayları ve Suriye konusunda özgün bakış açısı geliştirmek yerine AKP politikalarına paralel duruşlar sergileyen bir çizgiyi takip etmektedirler. Bunlardan bazıları, gayri İslami sistem içinde demokratik seçimle hükümet olup şirk hükümleriyle hükmetmeye devam eden görece özgürlükçü, zulmü gerileten yönetimlerin tağut olarak tanımlanamayacağını iddia etmektedirler. Bazıları da bugünün Mekke’si konumundaki ulus devletlerin kuşatması altındaki Müslümanların önünde içtihatla birisinin tercih edilmesinin meşru/şer’i olduğunu iddia ettikleri, birisi gizlilik ve şiddete dayalı yolla rejimi devirmek, diğeri de demokratik seçimlere girerek değişimi sağlamak olan iki yol bulunduğunu iddia edebilmektedirler. Böylece Müslüman zihinleri karıştırmaya ve sistem içine yönlendirmeye ve üstelik ikna edebilmek için bu tercihlerin İslami olduğunu, Peygamberlerin de bunlardan birisini şartlara göre tercih etme konumunda bulunduklarını bile söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler.

Sizin de dediğiniz gibi, bu kardeşlerin tevhidi uyanış sürecinin önemli ve değerli bir birikimi olduğuna inandığım için, bu kadar kolay harcanmalarına, tevhidi mücadele içindeki önemli yerlerini kaybetmelerine de gönlüm bir türlü razı olamamakta ve bir an önce bu hali sorgulayarak tekrar tevhidi istikamette ayaklarını sabit kılan bir duruşu yakalamaya dair önemli bir hamle yapmalarını umutla beklemekteyim. Ancak zaman zaman aralarından bazı kardeşlerin gidişatı sorgulayan yaklaşımlar ortaya koymaları bu umudu arttırıcı rol oynasa da diğerlerinin ısrarla yeni yanlışlara imza atmaları ve sistem içine, AKP taraftarlığına savrulma anlamına gelecek yeni yazı, konferans ve açıklamaları umutları giderek zayıflatan bir etki de yapmaktadır. İnşallah umutları daha fazla arttıracak eğilimler çoğalır ve tevhidi istikamette buluşup bütünleşme yeniden sağlanır.

Tahkikat : Sonuç olarak AKP dönemi görece özgürlük ortamı hazırlaması sebebiyle hayra vesile olacakken, maalesef yeni savrulmaların ve çok daha yaygın boyutta sisteme eklemlenmenin vesilesi oldu diyorsunuz.

Pamak : Evet AKP dönemi, tevhidi yanış sürecinden gelen gruplar için aslında çok önemli gelişmelere, bağımsız İslami kimlikli yapının toplumun önüne alternatif olarak sunulmasına vesile olabilirdi. Görece özgürlüklerin önünün açıldığı, gasp edilmiş kimi hakların iade edildiği ve görece daha rahat hareket etme dönemi olan, AKP dönemi çok büyük hayra vesile olabilirdi. Yeter ki Müslümanlar, sistem içi politikalara eklemlenmek yerine, adam gibi istikametlerini ve bağımsız kimliklerini koruyarak vahdeti sağlayıp daha açık İslami kimlikli yaygın projelerle ortaya çıkabilselerdi. Ama maalesef tersi oldu ve bu imtihan ve kırılma sürecinde “karşıtına sığınarak var olma” çabasının günümüz versiyonu tecelli etti.

Özellikle son on yıldır çok önemli ve ibret veren bir olay yaşanıyor. Türkiye’deki tevhidi uyanış süreci müntesibi çevreler 30 yılı geçen süreçte ortak tevhidi ilke ve hedefler etrafında mutabakat temin edip bir türlü tevhid akidesi ortak paydasında vahdet sağlayamadılar. Ama maalesef son 7-8 yılda yaşadıkları hızlı ve maalesef büyük değişimle batıl sistem içi demokratikleşmeye ve bu bağlamdaki AKP politikalarına aktif destek vermekte, AKP’li bakanların brifinglerinde buluşmakta kolayca, hiç zorlanmadan ve hem de giderek güçlenen bir vahdeti sağlayıverdiler. Sistem içi demokratikleşmeye, şirk sisteminin anayasasının aynı ilkelerle yenilenmesine, sivil anaysa taleplerine aktif destek vermekte kolayca bütünleştiler. Bu sebeple de, hem tevhidi istikameti yitip sistem içi siyasete eklemlendiler, hem de insanlığın ihtiyacı olan tek kurtarıcı, karanlıklardan aydınlığa, sömürüden, zulümden adalete ulaştırıcı Kur’an’i mesajı modelleştirerek arayış içindeki dünya ve ülke insanlarının önüne koyacak İslami kimlikli bağımsız bir vasat ümmet örnekliğini üretemediler.

Özgün İslami kimlik ve ilkelerin belirlediği yerde bağımsız duruşu koruyarak, hükümetin doğruları varsa, bunları olumlu bulup teşvik etmekle yetinip, yanlışlarını da adil İslami kimliğin ölçüleri içinde kalıp eleştirerek adil şahidlik sorumluluğunu yerine getirselerdi sorun olmayacaktı. Bunun yerine, bütün grupların temsilcilerinin katıldığı toplantılarda kimi Bakanlardan aldıkları brifinglerden etkilenip meydanlarda ve ekranlarda tarafgir sloganlar atarak, yandaş söylemleri gündemleştirerek, cepheci bir mantıkla bu politikaların topyekûn savunuculuğunu üstlenmiş gibi algılanacakları, kamuoyunda da hükümetle bütünleştirilmelerine yol açacak imajlar oluşturan eklektik tutumlar sergilediler. Ve şu anda tevhidi çizgiyi temsil eden Müslümanların, ülke çapında tevhidi istikameti koruyan güçlü, kuşatıcı bir yapıyı, bağımsız kimlikli bir temsili ortaya koyamamaları, tam tersine ülke çapında STK adı altında örgütlü ve medyatik olup tanınan grupların AKP politikalarına eklemlenmiş olmaları yüzünden artık onları da AKP ve lideri temsil eder hale gelmiş bulunuyor. Sonuçta bugün gerek Türkiye’deki geniş kitleler, gerekse bölgedeki halklar nezdinde İslam’ı ve Müslümanları, İslam’ın ve Müslümanların Protestanlaştırılması hedefine hizmet eden iki lider ve hareketi temsil ediyor. Birisi Erdoğan, diğer ise Gülen.

Keşke Müslümanlar ve özellikle de tevhidi uyanış süreci bakiyesi kesimler, sistem içi iktidar ve rant kavgasının taraflarına yandaş olacak yerde, özgün Kur’ani örnekliği temsil ederek, arayış içindeki tüm dünya ve ülkemiz insanlarına, gençlerine adaletin ve kurtuluşun tek yolunu gösterebilselerdi. Adil şahidlik sorumluluklarını güç birliği ile yerine getirip hayata müdahil olabilselerdi ve onlara aradıkları adaletin Kur’an mesajında olduğunun ete kemiğe büründürülmüş ahlaki, ilkeli örnekliğini sunabilselerdi. Bunun için bâtılın sistem içi siyah ve gri iki tarafından da uzaklaşıp, özgün Kur’ani örneklik oluşturarak, ancak Allah’a ve kitabına sarılarak insanlık onurunun kurtulabileceğine, arayış içindeki gençlerin dikkatlerini çekebilselerdi. Keşke bu güzel örneklikle, karanlıklardan aydınlığa ancak böyle çıkılabileceğine, zulüm, sömürü ve baskıdan kurtulup adalet vasatına ancak böylece ulaşılabileceğine dair rehberlik yapabilselerdi.

Ama az önce açıkladığımız sebeplerle, Müslümanlar bu süreçte tevhidi zindeliklerini kaybedip parçalandılar ve bir kısmı despotizmi, askeri vesayeti ve zulmü geriletme sürecinden, özgün mücadele stratejilerini ve istikametlerini terk edip sistem içine eklemlenecek kadar çok etkilendiler. Kimileri çok etkilendikleri sistem içi görece olumlu değişime vesile olan siyasi kadroların namaz kılan, eşleri başörtülü kişiler olmalarından kaynaklanan manevi duygusallıkla ve bir takım imkânlara ancak bu iktidar vasıtasıyla ulaşmış, bazı çıkarlar elde etmiş olmanın pragmatizmi ve maddi duygusallığıyla, iktidarın politikalarının savunucusu ve destekçisi konumuna geldiler. Böylece iktidarın yanlışlarının, adaletsizliklerinin, zengini daha zengin yapan, milli geliri büyüten fakat adaletsiz dağılımla fakirin bu büyümeden payını almasını engelleyen neo-liberal ekonomi politikalarının olumsuz faturasına da ortak olmaktadırlar. Alternatiflerinin çok alçak ve zalim olmaları sebebiyle, diğerlerine nazaran görece bir özgürleşmeye vesile oldukları için sistem içi değişimi temsil eden, ama laik liberal politikalar güden bir iktidara taraf olunması, tek kurtarıcı mesajı taşıyan Müslümanları insanlara örnek olmaktan uzaklaştırmakta, kirletip yozlaştırmaktadır. Böylece bu tür tercihlerle yandaş görüntüsü veren Müslümanlar, vahye dayalı sahici adaleti temsil ederek, arayış içindeki insanların umudu olacak yerde, sistem içi iktidarın yandaşı görüntüsüyle, özünde izzetli olan Kur’ani mesajın da, hakikatten habersiz insanların gözünde zahiren değersizleşmesine ve umut olmaktan çıkmasına yol açmaktadırlar. İnşallah hiç değilse bundan sonra bu büyük yanlıştan dönerler ve yaşadıkları istikamet krizini aşarak, tevhidi istikamette birlik oluşturmaya ve sisteme alternatif olmaya doğru yönelirler.

Tahkikat : Hocam çok teşekkürler, sizi yorduk, bize zaman ayırdınız. Allah razı olsun.

Pamak : Sizden de Rabbimiz razı olsun ki, hakikate dair tespit ve düşüncelerimi açıklamama vesile hazırladınız. Rabbimiz hepimizden razı olsun ve ayaklarımızı tevhidi istikamette sabit kılsın inşallah.

 

NOT : Dört bölüm halinde yayınlayacağımızı duyurduğumuz bu söyleşinin son bölümü biraz uzun olunca, ikiye bölmek zorunda kaldık. Bu sebeple, bu kısmı 5. bölüm olarak istifadenize sunduk.

 

İlginizi çekebilir

İLKAV´ın 25. Yılında Mehmet Pamak´la Söyleşi 3. BÖLÜM

Ankara´da yayın yapan Radyo Denge adına, "Paralel Yapı" tarafından telefonları dinlenenler arasında ismi geçen İLKAV Başkanı Mehmet Pamak ile son "tele kulak skandalı" özelinden kalkarak, Ankara´daki 25 yıllık İslami mücadelesi ve egemen statükoların muhaliflerine karşı tutumları, nedenleri ve statüko ile muhalif İslami kimlik ilişkileri üzerine konuşmamızın üçüncü bölümünü ilginize sunuyoruz.