BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Konferans / Allah’ın akıdeyle ilgili muhkem nasslarını içtihad adı altında tahrif eden “alimler” -I-

Allah’ın akıdeyle ilgili muhkem nasslarını içtihad adı altında tahrif eden “alimler” -I-

Maide 44,45 ve 47. Ayetleri te’vil ediyorum derken tahrif eden “saray âlimleri”nin bu tür yorumlarının delillerini ilmî olarak değerlendiren bu konuşma, 25 Kasım 2022 İLKAV Cuma konferansında online olarak gerçekleşmiştir.

Beş bölümdür ortaya koymaya çalıştığımız Kur’an’ın bu kadar açık hükümlerine rağmen, Maide 44, 45 ve 47. Ayetleri metnine ve Kur’an bütünlüğüne aykırı biçimde saptırarak Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri mü’min ilan eden “Saray Alimleri” çok büyük bir yozlaşmaya sebep olmuşlardır.

Önceki bölümlerde görüldüğü üzere; ferdî hayatta bile, iman ettiği değerlere uygun bir hayatı yaşamayanların, iman ettiğini iddia ettiği değerleri hayata hâkim kılma ve salih amel yapma çabası göstermeyenlerin, korku ya da çıkar hesaplarıyla hareket edip, sözle ifade ettiği imanını pratik hayatında fiili imana dönüştürerek ispat etmeyenlerin, onlarca ayette hâl ile inkârcılar oldukları ifade edilmektedir.

Üstelik Kur’an’a iman ettiğini iddia ettikleri halde, onu hakkıyla tilavet etmeyenlerin, kitap yüklü merkep misali Kitabı/bilgisini yüklenip onunla ahlaklanmayanların ve Kitab’ın bir kısmını uygulayıp bir kısmını uygulamayanların bile küfre girip azaba muhatap olacağı da bildirilmiştir. 

Buna rağmen nasıl oluyor da laik Kemalist bir sistemde hükmetme makamında bulunup on yıllarca süren pratiklerinde yönettikleri topluma Allah indirdikleriyle değil de hevaya göre yapılan ve haramları helal yapan laik yasalarla hükmedenlerin mü’min, muvahhid ve Müslüman oldukları iddia edilebilmektedir? Bu ne büyük bir tahrif ve ne büyük bir saptırmadır?

Bazıları da “bu makamlarda bulunanlar ‘ikrah’a muhatap olmakta ve isteyerek değil bu zorunluluk sebebiyle ‘Allah’ın indirdikleriyle hükmedememektedirler’, bu sebeple zor altında böyle davrandıkları için kâfir olmazlar” diyebilmektedirler.

Fert mü’minin ferdî hayatında ikrah sebebiyle Allah’ın hükmüne aykırı açıklama ve amel yapması onun için mazerettir. Çünkü bu açıklama ya da ameli sadece kendisini ilgilendirmekte ve başkasına zararı olmamakta, başkasını ilgilendirmemektedir. Ancak Rabbimiz ayetinde açıkça Nebiler, ahbar, rabbaniyyun, din bilginleri, müctehid  ve fakih konumunda olan kimselerin ve demokratik sistemlerdeki parlamenter ve hükümetler misali hükmetme makamında bulunan mü’minlerin bu makamlarındaki görevleri sebebiyle verecekleri fetva ya da çıkaracakları kararlar ve yasalar, toplumu ilgilendirmekte ve bir toplumu ıslah ya da ifsad sonucu doğurmaktadır.

Bu sebeple olsa gerek, Rabbimiz bu makamdaki müminlerin bu makamları sebebiyle verecekleri  kararlarda, insanlardan korkarak ya da çıkar umarak Allah’ın ayetlerini az pahaya satmak suretiyle, Allah’ın indirdiklerinden başka hükümlerle hükmederlerse kâfir olacakları uyarısını yapmaktadır. Yani bu mevkileri sebebiyle verecekleri fetva ve kararlar bir toplumu ifsada sebep olacağı için, aynı müctehid imam kendi bireysel hayatında ikrah karşısında içki içse mazur iken, başkalarına ve topluma yönelik kararında insanlardan korkarak da olsa topluma yönelik açıklamasında ya da fetvasında ve Allah’ın dini adına “haftada bir kere içmek dinen caizdir” fetvası veremez, verirse kâfir olur. İnsanlardan korkarak da olsa Allah’ın dinindeki bir haramı helal ilan edemez, ederse kâfir olur. Ya hükmetme makamını terk edip köşesine çekilecek ya da insanların zulmünden değil Allah’ın azabından korkup her türlü riski ve bedeli göze alarak Allah’ın hükmüyle hükmetmekte ısrar edecektir. Benim Kur’an bütünlüğünü ve Rasûlullah (s)’in sünnetini dikkate alarak mutmain olarak vardığım sonuç burdur. En doğrusunu Rabbimiz bilir.

Üstelik ferdî konumda ikrah olunanın bile ikrah sebebiyle istenilen her şeyi yapmasına da cevaz verilmemiştir. Mesela ikrah edilenin yani mükrehin yapması hiçbir şekilde câiz olmayan fiillerden bazıları şunlardır: zorlansa da başkasını öldürme veya yaralamaya cevaz yoktur. Direndiği zaman kendi canını yitirme tehlikesi bulunsa bile mükrehin bu nevi fiilleri işlemesi câiz görülmez; yapacak olsa günahkâr olur ve şer’i karşılığına katlanmak zorunda kalır. Çünkü kişilerin dokunulmazlıkları eşit olup bir kimse kendisine yönelik zararı başkasına aynı şekilde zarar vererek defedemez. Cebir ve tehdide mâruz kalan mükrehin bu sebeple adam öldürmesinin hem zorlayan hem de zorlanan açısından ağır bir dinî mesuliyeti gerektirdiği açıktır.

Yani ferdî konumdaki ikrahta bile kendi canını kurtarmak için başkasına zarar vermek mazur görülmez. Hükmetme makamındaki müminler ise, insanlardan korkarak yada çıkar umarak Allah’ın indirdikleriyle hükmetmekten vazgeçip hevaya ve şirk hukukuna göre verdikleri fetva ve kararlar yada çıkardıkları yasalarla bir toplumun ifsadına sebep olarak tüm topluma ve hatta Allah’ın dini İslam’a zarar verecek sonuçlara yol açacaklarından Rabbimiz onlara en büyük tehdidi yapmakta ve kâfir olacakları uyarısında bulunmaktadır. Bireysel ikrahta başka birinin canına zarar vermek bile caiz değil iken, topyekûn bir topluma verilecek zarar ve hele de din adına olunca sonuçta Allah’ın dinine verilecek zarar çok daha büyük olduğu halde nasıl olur da ikrah sebebiyle caizdir denebilir.

Üstelik Rabbimiz açıkça insanların ikrah ve zulmünden korkmayın Allah’ın azabından korkun ve korku sebebiyle de olsa Allah’ın indirdikleriyle hükmetmekten vazgeçip hevaya ve şirk hukukuna göre hükmetmeyin buyurduğu halde nasıl ikrah sebebiyle Allah’ın indirdikleri dışında ve ona mugayir hükümler vazedilebileceği iddia edilebilir.

Tevhidî uyanış süreci bakıyesi grupların çoğunluğunun laik sistem içi siyasetin hükmetme makamlarında yer almalarına ya da destekçi haline gelmelerine sebep olan en önemli saik: “Allah’ın İndirdikleriyle Hükmetmeyenlerin” konumuna dair bu yanlış anlayıştır

İşte bu sebeple, bu önemli konuyu doğru ve ilmî bir çözüme ulaştırmadan bu büyük savrulma ve yozlaşmayı durdurmak mümkün görünmemektedir. Bu amaçla başta Haksöz-Özgürder ile Anadaolu Platformu-AKDAV olmak üzere genelde çoğunluk tevhidî kesimin baş tacı edip sürekli yazılarını yayınlayıp kendi toplantılarda konuşmacı yaptıkları Prof. Hayrettin Karaman, Prof. Faruk Beşer vb. kişilerin, istikamet krizi yaşayan bu çevrelerce de benimsenen “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin konumuna dair” yaklaşımlarını birkaç hafta sürecek Cuma konferanslarımızda ilmî ölçülerle ele almaya çalışacağım inşaAllah.

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?  

Bir Cevap Yazın