BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / KUR’AN’DA ZİKREDİLEN ANA-BABAYA KARŞI SORUMLULUKLAR

KUR’AN’DA ZİKREDİLEN ANA-BABAYA KARŞI SORUMLULUKLAR

Jakoben Kemalist baskıcı dönemlerde zora dayalı sekülerleştirme, modernleştirme politikaları uygulanarak Müslüman halklar, vahye tâbi olmaktan uzaklaştırılıp hevaya tâbi olmaya doğru dönüştürülmeye çalışıldı. Ancak daha sonra baskıları kısmen kaldıran görece özgürlükçü süreçler gelmiş ve bunlar, Müslüman kesimlere “demokratikleşme” adı altında hevanın ilahlaştırılması alışkanlığını kazandırmakta daha etkili olmuşlardır. Bu dönemlerde yaşanan görece özgürleşme hâli ve kimi kazanımlar hatırına demokratik sisteme entegrasyonla birlikte heva ve arzuları esas alma alışkanlığı ve dünyevileşme daha kolay yaygınlaşmıştır. 28 Şubat baskı döneminden sonraki görece özgürlükçü on beş yıl, bu bakımdan en etkili dönemdir ve çok büyük bir yozlaşmaya sebep olmuştur. Artık gönüllü dünyevileşme ve sekülerleşme, demokratikleşerek dönüşen geniş Müslüman kesimleri iyice kuşatmıştır.

Evet demokratikleşme üzerinden sekülerleşme, heva ve hevese tâbi olma, maalesef bulaşıcı bir hastalık misali Müslümanlar arasında hızla yaygınlaşmaktadır. Son 30-40 yılda ciddi bir mesafe alan Kur’an’ı hakkıyla okuma çalışmaları giderek terk edilmiş, hayatı kuşatan ibadet anlayışından hızla uzaklaşılmış, kimi bireysel ibadetler de içerikten yoksun bir forma indirgenmiştir. Namazdan gâfil olanların sayısı artmış, çoğunlukla sabah namazlarına kalkılmamaya, diğer namazlar ise parçacı biçimde formel olarak yerine getirilmeye başlanmıştır. Ana-babaya saygısızlıklar, kötü davranmalar, itaatsizlikler, yalan söylemeler çoğalmıştır. Sanal dünyada kaybolan, face-book, twitter vb. alanlarda, internet oyunlarında ve diğer boş işlerde zaman öldüren, ahiretin tarlası ve imtihan alanı olan dünya hayatını oyun, eğlence ve süs olarak değerlendiren, İslami sorumluluklardan soyutlanmış seküler dindarlıkların ve Allah’a teslim olmayan bireysel “Müslümanlıkların” oryaya çıkıp yaygınlaştığı bir süreçten geçilmektedir. Tesettürün içini boşatıp takva elbisesini yırtmış “başörtülü çıplaklar”ın çoğaldığı, ölçüsüz kapitalist kazanma hırsı ve tüketim kültürünün kuşatması altında lüks ve israfın zirvede olduğu, dünyanın haz ve süsüne kapılıp dalanlarla beraber dalanların hızla arttığı bir süreç yaşanmaktadır.

İşte bu yazımızda, yaşanan büyük yozlaşmanın ve hevaya tabi olma alışkanlığının yok ettiği önemli hasletlerimizden birisini, Kur’an’da ısrarla ve tekraren altı çizilerek emredildiği halde terk edilen ana-babaya saygılı olma, iyi davranma ve meşru alanda itaat etme sorumluluğunu ve bu konuda yaşanan büyük sapmayı ele almaya ve “emr-i bi’l maruf” görevimizi yerine getirmeye çalışacağız inşaAllah.

Bütün evlatlara, Kurban Bayramı arefesinde yazdığım bu yazıyı, özellikle Hz. İbrahim’in kıssasındaki baba evlât ilişkisini de dikkate alarak okumalarını tavsiye ediyorum. Bu bağlamda, Hz.İbrahim’in (as), putperest babasına “babacığım” diye hitap edip şefkatle yaklaşarak mesajı ulaştırma çabasını, Hz. İsmail’in de kendisini kurban etmeye götüren babası İbrahim’e (as) son derece saygılı itaatini dikkate alarak, ana-babaları karşısındaki kendi duruş ve tutumlarını sorgulamalarını, bu yazıda atıfta bulunulan Kur’an ayetleri ışığında üzerinde tekrar düşünüp hatalarından dönmelerini tavsiye ediyorum.

Hz. İbrahim (as), Allah’ın emrini yerine getirmek üzere oğlu İsmail’i kurban etmeye götürürken ona bu gerçeği açıkladığında, oğlu İsmail’in bırakın babaya isyan etmeyi, tam tersine Allah’a teslimiyeti gereğince tam bir itaatle boyun eğdiğini görmekteyiz. Hatta babasının babalık duygusallığıyla Allah’ın emrini yerine getirememe durumuna düşmemesi için ona görevini mutlaka yapması konusunda kolaylaştırıcı, teşvik edici bir destek ve tavır ortaya koyduğunu hayranlıkla müşahede etmekteyiz. Düşünebiliyor musunuz, İsmail (as), Allah’ın emri gereği babasının kendisini kurban etmesine bile itaat ederken ve hatta bu görevini yerine getirmesi için babasını teşvik ederken, bugün yaşanan sekülerleşme, demokratikleşme sonucunda gelinen noktada birçok evlat, mü’min ana-babaların kendilerini Allah’ın hayatı düzenleyen kimi emirlerine uymaya çağırması hâlinde bile aşırı tepkilerle kızıp azarlayarak hevalarına tâbi olmakta ısrar edebilmektedirler. Gerçekten çok büyük bir yozlaşma süreci yaşanmakta, önce Allah’a sonra da ana-babalarına isyan eden ama kendilerini Müslüman olarak tanımlayan birçok evlat, hevanın ilahlığındaki seküler bir hayata doğru hızla ve yaygın biçimde savrulmaktadırlar.

Herkes ana-baba olmayabilir, ama herkes mutlaka bir ana-babanın evladıdır. Ana-babalarına saygısızlığa, kötü davranmaya ve itaatsizliğe sürüklenmiş bütün evlatların, sekülerleşmenin etkisiyle Kur’an’da zikredilen büyük sorumluluklarının muhtemelen şuurunda bile olmadan sürüklendikleri bataklıktan kurtulabilmeleri için bu yazı hazırlanmıştır. Bu yazıda, Kur’an ve hadislerde yer alan ana-babaya karşı sorumluluklara dair emir, hatırlatma ve uyarıları bir araya topladığımda, söz konusu sorumluluklarını yerine getirmeyen yetişkin çocukların dünya ve ahirette büyük bir hüsrana sürüklendiklerini bir daha görünce, onları uyarmanın ne kadar önemli ve gerekli olduğunu merhametle haykırmak istedim. Bu sebeple yapılan bu uyarı görevinin bütün evlatlar için ne kadar hayati olduğunu bir daha idrak ettim. Ana-babası olan evlâtlar, nasıl olur da bu kadar büyük bir felaketten habersiz ve sorumluluklarının bilincinden uzak biçimde hüsrana doğru ısrarla koşarlar, anlamakta zorlandım.

İnşaAllah bütün evlatlar, çok yakın olan ölüm, ana-babalarına ya da kendilerine ulaşmadan, bir an önce hâllerini sorgulayarak bu tür yanlışlardan arınıp tevbe ederek, af dileyerek Allah’a tam bir teslimiyetle sığınıp Kur’an’a tâbi olurlar ve ana-babalarına sarılıp özür dileyerek helalleşme imkânını yakalarlar. Ancak böylece Allah’ın ve ana-babalarının rızasını kazanarak dünya ve ahiretlerini zillet ve azaptan kurtaracak, kendilerini hüsrana götürmeyecek bir geleceği umabilirler. Onun için ciddi bir yaraya işaret etmesi ve konuyla ilgili Ayetlerin, hadislerin ışığında önemli uyarıları bir araya toplamış olması bakımından bu yazı içeriği özellikle okunmalı ve okunması için başkalarına da tavsiye edilip merhametle paylaşılmalıdır.

Kur’an’da Ana-Babanın Evlada Karşı Görevlerinden Daha Çok Evladın Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları Hatırlatılır

Merhum şehidimiz SeyyidKutub, Kur’an ve hadislerde çocuklara ana-babalarına karşı sorumluluklarını hatırlatan birçok hüküm ve uyarı bulunduğu halde, ana-babanın çocuklarına yönelik sorumluluklarını hatırlatan çok az hüküm ve uyarı bulunmasının sebebini şöyle açıklamaktadır:

Çocuğa, ana-babasına ilişkin tavsiyeler, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin-salât ve selâm üzerine olsun- öğütlerinde yinelenmektedir. Ana-babaya, çocuklarına ilişkin tavsiyeler ise pek az görülür. Onun da çoğunluğu özel şartlarda, özel bir durum olan çocukların diri diri toprağa gömülmesi olayına ilişkindir. Ya da çocukları şirkten ve ateşten koruyucu tedbirleri almak, onları iyi bir Müslüman olarak yetiştirmekle ilgilidir. Çocuklarla ilgili ana-babaya yapılan tavsiyelerin, çocukların ana-babaya karşı sorumluluklarına dair tavsiyelere nazaran çok daha az olmasının nedeni, salt insan yapısının/fıtratının çocuğun korunup kollanmasını kendiliğinden üstlenmiş olmasıdır. Fıtrat, insan varlığının, Allah’ın dilediği yönde sürekliliğinin sağlanması için doğmakta olan kuşağı (çocukları) gözetip koruyacak biçimde yaratılmıştır. Ana-baba çocuklarına cisimleri, psikolojik varlıkları, ömürleri ve sahip oldukları tüm değerli varlıklarını, usanç belirtisi ve serzeniş göstermeksizin severek verirler, bütün varlıklarını ve imkânlarınıçocukları için cömertçe feda ederler. O kadar doğal olarak verirler, o kadar içten feda ederler ki, verdiklerinin bilincine bile varmazlar. Dahası, sanki bu verdiklerini alan bizzat kendileriymiş gibi, bir sevinç, coşku, gayretle verirler! Fıtrat, ana-babanın çocuklar konusunda uyarılmaları işinde tek başına yeterlidir. Ve bu fıtri özellikle, ana-babalar, kendiliğinden, yani ayrıca bir uyarılmaya ihtiyaç duymadan evlatlara karşı sorumlulukları için fedakârca harekete geçip bu konuda adeta çırpınırlar. Çocuk ise; ömrünü, ruhunuve psikolojik güçlerini gelecek hayata hazırlanan kuşak için (çocukları için) kurban verdikten sonrahayatın sonlarını yaşayan kuşakla (ana-babayla) ilgilenmesi için tekrar tekrar vurgulanan uyarılara ihtiyaç duyar. Çocuk, tüm ömrünü adamış da olsa, ana-babasının ortaya koydukları fedakârlığın çok küçük bir kısmını bile karşılayacak imkândan yoksundur.[1]

İnsanda da evlât sevgisi, yaratılıştan gelen fıtrî bir sevgidir.[2] Hz. Âdem ve Havvâ’dan itibaren tüm anne babalardaki bu fıtrî meyilden dolayı, çocuklarının bakım ve geçimini hemen her ana-baba yerine getirir. O yüzden “evlatlarınızı sevin, onlara merhametle muâmele edin” gibi emir Kur’an’da yer almaz, zaten fıtratta olduğundan sevmemesi, ilgisiz kalması pek düşünülemez. Hz. Âdem’le Havva’nın ana-babası olmadığından olsa gerek, insanın ana-babasına sevgi ve saygısı fıtratın mecbur ettiği hususlardan değildir. Fıtrattaki güzelliklere ters düşmediği ve vicdanın, mantığın, kadir bilmenin, teşekkür etme ihtiyacının gereği olan sevgi ve saygıyı, ihsanı, aynı zamanda tüm kutsal kitaplar gibi Kur’an da ısrarla emretmiştir.[3]

Önce, evlatların ana-babaya karşı sorumluluklarını hatırlatan ayetlerden çıkan bir özet verecek olursak:

1-Kur’an’da Allah’a şirk koşmama emrini müteakiben emredilen en büyük sorumluluk ana-babaya iyi davranmak, saygılı ve itaatkâr olmaktır.

2- Sadece Allah’a kulluk/ibadet yapma çağrısını müteakip emredilen ilk yükümlülük de ana-babaya iyi davranmaktır. Rabbimiz, ana-babaya iyi davranmayan kişiyi “isyankâr ve zorba” olarak nitelendirmiştir.

3- Yaşlılığında evladına sığınıp onun bakımına muhtaç olduğunda ana-babaya “Öf bile dememek, azarlamamak, güzel söz söylemek” emredilmiştir.

4- Allah’a şükürden sonra ana-babaya da şükretmek (teşekkür etmek) de emredilmiştir.

5- Ana-baba Allah’a şirk koşmaya çağırıp zorladıklarında onlara itaat etmemek, ama istekleri, nasihatleri, tavsiyeleri meşru, şer’i alanda ise itaat etmek gerekir. Her durumda güzellik sergilemek gerekir.

“Allah’a Şirk Koşmayın” ve “Allah’a Kulluk Yapın” Emrini Müteakip Ana-Babaya İyi Davranmak Emredilir

En’am Suresi 6/151:

De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin (ihsanda bulunun), fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız.

Nisâ Suresi 4/36:

Allah’a kulluk/ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyi davranın (ihsanda bulunun).Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”

İsrâ Suresi 17/23:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk/ibadet etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı (ihsanda bulunmanızı) kesin bir şekilde emretti…”

Görüldüğü üzere, Kur’an’da Allah’a şirk koşmama emrini müteakiben emredilen en büyük sorumluluk ana-babaya iyi davranmak, saygılı ve itaatkâr olmaktır. Aynı şekilde sadece Allah’a kulluk/ibadet yapma emrini müteakip emredilen yükümlülük de yine ana-babaya iyi davranmaktır.

Ahkâf Suresi 46/15:

“Biz, insana anne babasına iyi davranmayı (ihsanda bulunmayı) emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana temin et (nasip et).Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”

‘İhsan’ saygı gösterme, onurlandırma, itaat etme ve anne-babayı sevindirip kendilerine hizmet etme vs.yi içine alır. Anne-babanın bu tür hakları Kur’an’ın çeşitli yerlerinde hemen Allah’ın hakkından sonra anılmaktadır. Anne-babanın haklarının yalnızca Allah hakkından sonra geldiğinin ve tüm diğer insanî haklar karşısında önceliği olduğunun açık bir ispatıdır bu.”[4]

Ebeveyne İhsân: Kur’an’da, tek olan Allah’a ibâdet edip O’na hiç bir şeyi şirk koşmama emrinden sonra, ana-babaya itaat etme ve onlara ihsanda bulunma emrinin geldiği görülmektedir. Bu konudaki âyetlerden ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunmanın farz olduğu anlaşılmaktadır. En’am 151 ayette ise Allah, ana-babaya ihsanı/iyiliği ve itaati terketmenin kötülüğünü beyan için bunu haram kılınanlar arasında zikretti. O halde ana-babaya ihsan/iyilik farz; terki haramdır.

İsra Suresi 22-23. ayetler bağlamında konuya bakıldığında da, yine önce 22. ayette şirk yasaklanıyor: “Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun.”Bu ilkesel hükmün ardından da 23. ayette “kulluk ve ibadetin sadece Allah’a yapılması ve ana-babaya iyi davranılması” emri veriliyor. Önce ilke belirlendikten ve temel atıldıktan sonra bireysel ve toplumsal yükümlülükler gündeme getiriliyor. İnanç bağından sonra gelen ilk bağ aile bağıdır. İşte bu nedenle surenin akışı içinde ana-babaya iyilik, Allah’a kulluğa bağlanmaktadır. Bu da söz konusu iyiliğin Allah katındaki değerini ortaya koymaktadır.[5]

Ana-babaya ihsân, güzel sözle, davranışla ve ihtiyaçları anında onlara gereğince infak etmek sûretiyle olur. Allah, ebeveyni insanın yokluk âleminden varlık âlemine çıkmasına bir sebep kıldığı için, onlara ihsân etmek gerekir. Allah’ın, ebeveyne ihsânı kendi tevhidi ve ibâdeti yanında zikretmesi, ebeveynin çocuklar üzerindeki hakkının büyüklüğüne işarettir. Buradaki ebeveyne ihsân, evlatların onların hizmetlerini yapması, onlara nâzik konuşması ve onların meşrû isteklerini gerçekleştirmesi için çalışmasıdır. Peygamberimiz (s) bu konuda şöyle buyurur: “Burnu yerde sürtülsün; burnu yerde sürtülsün; burnu yerde sürtülsün.” ‘Kimin yâ Rasûlallah?’ denildi. Hz. Peygamber: “Yaşlandıklarında ana-babasına, onlardan birine yahut her ikisine de yetişen, fakat onlara iyilik etmediği için cennete giremeyen kimsenin…”[6]

Yukarıda zikredilen ayetlerde öncelikle şirk yasaklanmakta, ibadet ve itaatin sadece Allah’a yapılması gerektiği emredilmektedir. Çünkü bu sağlanmazsa hayatın bazı alanlarında Allah’tan başkasının arzu ve isteklerine uyma sapması ortaya çıkacak, ana-babaya kötü davranma dâhil zulüm ve adaletsizlik gündeme gelecektir. Bu ayetlerden ve Kur’an bütünlüğünden çıkan sonuç şudur; Allah’ın emri gereği ana-babaya iyi davranmak, onları üzmemek, onları azarlamamak, onlara saygılı olmak, onlarla iyi geçinmek, Allah’tan başka ilah tanımayıp sadece O’nun emirlerine itaat etmenin, kulluğu/ibadeti sadece O’na yapmanın doğal bir sonucudur. Aksi halde, yani isyan ve kötü davranma söz konusu olduğunda ise, bu kötü davranışı sağlayan nefsî arzuların/hevanın ilahlaştırılması ve böylece Allah’tan başkasına da kulluk/ibadet ve itaat edilmesi durumu ortaya çıkar ve ahirette hüsranla karşılaşmak kaçınılmaz hâle gelir. Evlât, tevbe edip Allah’tan af, ana-babadan özür ve halâllik dileyerek pişmanlık duymadan ana-babaya karşı saygısızlığını, kötü davranışlarını, meşru istek ve tavsiyelerine itaatsizliğini sürekli kılmışsa, işte bu hâl heva ve arzularını Allah’ın emirlerinin yerine ikame edip hevayı ilah edinerek Allah’a şirk koşmak anlamına gelecektir. Böylece ana-babaya karşı saygısızlıkları, azarlama ve itaatsizlikleri sebebiyle bir kez olsun pişmanlık duyup özür dilemeyi bile gururuna yediremeyen mütekebbir evlatlar vardır.

Böyle evlâtlar, ana-babanın onca fedakârlıklarla kendilerine hizmet etmelerini, her türlü imkânı sağlayarak kimseye muhtaç etmemeye çalışmalarını, her türlü meşakkate katlanarak sevgiyle büyütüp eğitmelerini, kendilerine yapmaları gereken zorunlu görevleri olduğuna, evlat olarak ne yaparlarsa yapsınlar, ana-babanın yine de bu görevleri yapmak mecburiyetinde olduklarına inanırlar. Hâlbuki Rabbimizin beyanıyla, “Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır.” Bunca fedakârlığı yapan anneye reva görülen saygısızlık ve isyan Allah’ın asla razı olmayacağı büyük bir günahtır.

Allah’a Şükretmek Yanında Ana-Babaya da Şükretmek Emrediliyor

Yukarıdaki ayetlerdeki uyarılara ve aynı ayetlerde zikredilen fedakârlığına, hatta ilerlemiş yaşlarında bile evlatlarına hizmet etmeyi hâlâ cefakârca sürdürmesine rağmen evlatlar kolaylıkla analarına saygısızlık, azarlama ve itaatsizlik yapabilmektedirler. Çünkü adeta ananın bu büyük fedakârlıklarını, babanın da kimseye muhtaç olmadan iaşe-ibatelerini temin ve eğitimleri için yaptığı fedakârlıklarını, iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olarak yetişmeleri için çırpınışını; onların zaten yapmaya mecbur oldukları bir görevleri, kendilerinin de doğal hakları olarak gören sapkın bir bakış açısıyla değerlendirmektedirler.Bu sebeple, ana-babaya yaptıkları saygısızlık, isyan ve itaatsizlikler sebebiyle asla bir kez olsun özür dileme, helallik isteme, onlara bunca hizmetleri, fedakârlıkları sebebiyle teşekkür edip “Allah razı olsun anacağım, babacığım” deme ihtiyacı bile duymayan kadirbilmez ve vefasız bir konuma sürüklenmektedirler. Hâlbuki Allah Kur’an’da yer alan pek çok ayette evladın ana-babaya karşı büyük sorumluluklarının altını ısrarla çizmekte, evladın Allah’tan sonra ana-babaya da şükretmek mecburiyetinde olduğunu beyan etmekte ve ana-babaya kötü davranıp isyan eden evladın Allah’a isyan etmiş sayılacağını bildirmektedir.

Lukman Suresi 31/14:

“İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik.Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik:“Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”

Bu tür ayetlerdeki “ana-babaya iyi davranma /ihsanda bulunma” emrinin, onlarla uyumlu olmaya çalışmak, onları üzmeyecek davranışlar sergilemek, onlara karşı yumuşak ve saygılı davranmak yanında meşru ve maruf alanda onlara itaatkâr olmayı da kapsadığı birçok tefsirde ifade edilmiştir.

Rabbimiz, Lukman 14. ayette de ana-babaya iyi/ihsanla davranma emrini tekrarlarken, aynı zamanda kendisine şükredilmesini emretmesinin hemen ardından aynı zamanda ana-babaya da şükredilmesini emretmiştir. (Arapça’da “şükür” kelimesi, “teşekkür” anlamında da kullanılır.) Ana-babanın evlat zaviyesinden yeri, konumu ve önemi bu kadar ileri bir seviyede olmak durumundadır. Ayet “Dönüş banadır” uyarısıyla sona eriyor. Bununla dünyada Allah’a ve ebeveynine karşı yanlış davrananların, Allah huzurunda hesaba çekilecekleri hatırlatılıyor. Aynı şekilde 15. âyetin sonunda da benzer ifade tekrar ediliyor ve dünyada yapılan her şeyin kendilerine âhirette haber verileceği belirtiliyor. Böylece insan, âhiret hesap ve sorumluluğunu düşünerek Allah’a ve ana-babasına karşı davranışlarına dikkat etmesi için uyarılıyor.

Ana-Babanın Şirk ve Günaha Çağırmaları Dışındaki Meşru İstek ve Tavsiyelerine İtaat Sorumluluğu

Lukman Suresi 31/15:

“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin (onlara iyi ve nazik davran). Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm”.

Bu ayette ana-babanın evlatlarını şirk koşmaya zorlamaları halinde onlara itaat edilmemesi emredilirken, bu halde olan ana-babayla bile “dünyada iyi geçinmek” emredilmektedir. Yani inançta ters düşme hâlinde ve ana-babanın isteği, evladın inancıyla çeliştiği durumda bu isteğe uymama emri; ana-babanın, evladın onlara iyi muamelede bulunması ve güzel birliktelik içinde olması konusundaki haklarını düşürmemektedir: “Dünya işlerinde onlarla iyi geçin.”Ancak hemen ardından onların şirke çağıran yoluna değil de, Allah’a yönelenlerin yoluna uyma talimatı verilmektedir. Ve sonuçta dönüşün Allah’a olacağı ve yapılanların hesabının sorulacağı hatırlatılmaktadır.

Aşağıdaki ayette de ana-babaya iyi davranma, iyilik yapma emri tekrarlandıktan sonra şirke zorlama halinde onlara itaat etmeme emri de tekrarlanmaktadır

Ankebut Suresi 29/8:

“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.”

Yukarıdaki ayetin birinci cümlesinde ana-babaya iyi davranma emredilip sonraki cümlede ise ancak “seni şirk koşmaya zorlarlarsa bu takdirde onlara itaat etme” emri verilmiştir. Buradan kalkarak birinci cümledeki “İyi davranma”‘nın içinde zımnen “maruf ve meşru olan konularda itaat et” emrinin varlığı kabul edilmektedir. Zaten şer’i olan maruf ve meşru konularda Allah’a itaate çağıran ana-babaya uyum sağlanıp itaat edilmezse, onlara “iyidavranılmış” olabilir mi?

Ana-baba, çocuğunu Allah’a isyana teşvik etmedikçe, evlâtların onların meşrû her emrine uyması gerekir. Ana-baba için mağfiret talebinde bulunmak, iyiliklerine duâ etmek, bizzat Kur’ân’ın emridir. “Ey Rabbimiz! Hesaba çekileceği gün beni, ana-babamı ve (bütün) mü’minleri bağışla!”[7] Ebeveyne yapılan her iyilik ve ihsân, aslında insanın kendi kendisine yaptığı ihsândır. Âhiretteki mükâfatının sınırsızlığı yanında, dünyevî ecri/karşılığı peşindir. Sosyal bir olgu olarak ebeveynimize yaptıklarımızın mislini veya fazlasını çocuklarımızdan göreceğimiz kaçınılmazdır. Ana-baba, -Allah korusun- müşrik de olsalar, onlara ikramda bulunmak dinin emridir. Peygamberimiz, müşrik anneye sıla-i rahimde bulunup ona iltifatlarda bulunmayı emretmiştir.[8]

Yukarıdaki Lukman 15. Ayette dikkat çeken nokta:

Mü’min bir evlât, sadece kendilerinin müşrik olmalarından bile daha ileri bir zalim konumda olup evladını da şirk koşmaya zorlayan bir ana-babayla dahi iyi geçinmekle mükellef kılınıyor. Bu evlât, kendisini de zorladıkları onların şirk yolundan gitmekten sakındırılmakla beraber, evladı şirke zorlayan bu zorbalıklarına rağmen yine de onlarla iyi geçinmesi emrediliyor.

Bu durum karşısında bir de şu evlatların durumunu düşünün:

Mümin ana-babalar evlatlarını aşağıdaki hususlara çağırdığında birçok evlât rahatsız olmakta, ağır tepkiler verip ana-babaya “iyi davranın”/“ihsanla davranın, güzellik sergileyin”emrine rağmen azarlama ve saygısız davranışlar sergileyebilmektedir. “Bize karışmayın bu yaşa gelmişiz biz ne yapacağımızı biliriz.” nevinden saygısız tepkiler verip bu tür meşru tavsiyelere kulaklarını tıkamakta, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirmektedirler. Mesela şu tavsiyeler; “-Kur’an’ı hakkıyla okuyun, Kur’an ahlakını ve takvayı hakkıyla kuşanın, -ana-babanıza saygılı olun, -sigara haramını içmeyin, -israf haramını işlemeyin, -namazınızı ciddiye alın, zamanında ikame edin, -yalan söylemeyin, -kendi evlâtlarınızı serseriliğe, başıbozukluğa, İslam dışılığa ve ateşe itmeyin, -zamanınızı ve ömrünüzü boş işlerle israf etmeyin, gece yarılarına kadar uykusuz kalıp nargile kafelerde ve internette vakit öldürmeyin, internet oyunlarında ilkesizce kaybolmayın, bilgisayar, cep telefonu ve TV şeytan üçgeninde boğulmayın, dalanlarla birlikte dalmayın, -tesettüre uyun, takva elbisesini kuşanın, makyaj yapıp koku sürünüp ziynet aksesuarları takınıp yabancı erkeklerin olduğu ortamlara çıkmayın, -yaratılış gayenizi, ahireti ve hesabı unutmayın, -kendinizi sekülerleşmeye, dünyevileşmeye, tüketim kültürü içinde yozlaşmaya kaptırmayın”,

İşte ana-babalar, bunlara benzer konularda Allah’ın ayetlerini hatırlatıp onlara uymaya çağırdıkları için, yani “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” görevlerini yaptıkları için evlatları tarafından azarlanıyor, şer’i hükümlere uygun tavsiye ve nasihatlerine karşı bağırıp hakaret edilerek itaatsizlik yapılıyorsa bu evlatların yaptıkları doğrudan Allah’a isyan ve sonu iki cihanda da hüsran değil midir?

Allah’ın (c) Kur’an’da çok önemle zikrettiği bir emri olan, “emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker” (iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak) sorumluluğunu yerine getirme, bu ameli yaygınlaştırma ve hayatta uygulama fiili, mü’min insanların üzerine, vazgeçilemez, ertelenemez ve yapılmadığında dünya ve ahirette büyük bir hüsrana sebep olacak çok önemli bir yükümlülüktür. Bu sorumluluğu müdrik duyarlı mü’min ana-babalar, evlatları için büyük bir imkân, rahmet ve berekettir. Böyle ana-babaların kadri ve kıymetini bilmeyen evlatlar, ahirette son pişmanlığın fayda vermediği bir zamanda keşkelerle kahrolmak istemiyorlarsa dünyada iken uyanmalı ve kendilerine çeki düzen vererek ellerindeki imkânı iyi değerlendirmelidirler.

Şunu büyük hassasiyetle düşünmeliyiz; kendisini şirke zorlayan, yani zalim olan anne babasına bile iyi davranmak ve onlarla iyi geçinmekle emrolunan bir evlâdın, kendisini Allah’a itaate çağıran, iyi bir insan ve iyi bir Müslüman olması için çırpınan, bunun için marufu emreden münkerden sakındırmaya çalışan mü’min ana-babaya karşı saygısız, azarlayıcı bir tutum sergilemesi ve hatırlatılan şer’i emirlere itaatsizliği dünya ve ahiretini mahvetmekten başka bir sonuç verir mi?

Evlâtların bunca zulmüne, saygısızlığına, hor görme, azarlama ve itaatsizliğine rağmen, bunlara muhatap olan ana-babalar, bunları yapan evlatlarının dünyalarının zelil olacağının, ahiretlerinin ise hüsran ve azapla sonlanacağının bilincinde oldukları için, bir de bu sebeple üzülmektedirler. Bu sebeple onlara sürekli ıslah ve hidayet duası yapmaktadırlar. Allah’ın onları affetmesi ve istikamet üzere yönlendirip İslam’ın ahlakıyla şereflendirmesi için dua etmektedirler. Ancak, ana-baba yüreği bütün bu saygısızlıklarına rağmen dayanamayıp evlâtları için dua etseler de, evlâtların yaptığı bunca haksızlığı ve zulmü gören, bilen Allah’ın onları affetmesi, bu evlâtların yaptıkları zulüm, saygısızlık ve itaatsizliklerden tevbe edip bir daha yapmamaları ve ana-babalarının gönlünü almaları gerçekleşmeden bu dualar kabul olmaz. Yani evlâtlar ana-babanın duasına fiilen müstahak hâle gelmeden, ana-baba duygusallığıyla yapılan bu duaları Allah’ın kabul etmesi mümkün olmaz. Çünkü Allah ana-babaya yapılan ve üstelik tevbe etmeden ısrarla sürdürülen saygısızlıklardan, azarlamalardan ve itaatsizlikten asla razı olmaz.

Rabbimiz ana-babaya iyi davranmayan evladı isyankâr ve zorba olarak nitelendirmektedir.

Meryem Suresi 19/14:

“Ana-babasına çok iyi davranırdı; o, isyankâr bir zorba değildi.”

Aynı Surenin bu ayetten öncesindeki 12 ve 13. ayetlerde Rabbimiz, Yahya (as)’a Kitaba bütün gücünle sarıl deyip ona henüz çocuk iken hikmet (ilim ve irfan) verdiğini, ayrıca kendi katından bir ince kalplilik, yufka yüreklilik ve paklık sunduğunu ve onun zaten (günah ve fenalıktan) sakınan birisi olduğunu vurgulamakta ve 14. ayette de onun “Ana-babasına çok iyi davrandığı; onun, isyankâr bir zorba olmadığı” bildirilmektedir. İşte Allah’ın (c) bu kadar tekrarladığı emrine rağmen “ana-babaya iyi davranma” emrine itaat etmeyerek onlara iyi davranmayanlar, onların meşru, şer’i tavsiyelerine ve marufu emredip münkeri nehyeden nasihatlerine itaat etmeyenler, bu ayet hükmünden yapılacak çıkarımla isyankâr ve zorba olarak nitelendirilmiş olmaktadırlar.

Evladın Yanına Sığınmış Yaşlı Ana-Babaya “Öf Bile Dememe” Sorumluluğu

İsrâ Suresi 17/23:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk/ibadet etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti.Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa,kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”

İsrâ sûresinin 23-24. âyetlerinde de Allah’a ibâdetle yan yana emredilen ana-babaya ihsanın/iyiliğin, yukarıda zikredilen diğer ayetlerde de olduğu gibi hiçbir şarta bağlanmadığı dikkat çekmektedir. Bundan da, ana-babanın Müslüman veya gayr-i müslim, faziletli veya fâsık/günahkâr olup olmadığına bakılmaksızın onlara iyi davranma ve haram olmayan hususlarda itaat etmenin gerekli olduğu sonucuna varılır.

Bu ayette dikkat edilmesi gereken nokta şudur:

Ana-babanın evlâdın yanına sığınıp onların bakımına muhtaç oldukları yaşlılık döneminde huysuz ihtiyarlık sebebiyle evlatların her şeyine müdahale etmesi halinde bile “öf bile denmemesi” emrediliyor. Bugün yaygın olan sapma ise, evlatlar henüz ana-babaya muhtaç oldukları ve geçimleri baba tarafından sağlandığı dönemde bile ana-babalarına bırakın “öf bile dememeyi”, en büyük saygısızlığı, hakareti, azarlamayı ve isyanı kolayca yapıyor olmalarıdır.

Şüphesiz her Müslümanın tek hedefi, Allah’ın (c) rızasını kazanmaktır. Bu hedefe ulaşılması için takip edilecek yolda, imandan sonra en önemli husus, sâlih amellerle hayatın ibadet kılınmasıdır. Ana-babaya karşı yumuşak davranıp, onların hayır ve duasını almak bu hedefe ulaşmada, Müslümana yardımcı olacak en büyük etkenlerden birisidir. Rasûlullah (s) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duası, misafirin duası ve ana-babanın evladına duası.” Böyle olduğu halde, ana-babasının duasını almak ve rızasını kazanmak duyarlılığını kaybetmiş evlatların, yaptıkları saygısızlıklar, hakaretler, zulümler sebebiyle ana-baba darlanıp da onları Allah’a şikayet edecek bir noktaya getirilmişlerse, işte o zaman da vay o evladın haline.

Bu ayetler gereğince, ana ve babaya her türlü ikram, iyilik ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde bütün maddi ihtiyaçlarını gidermek, onlara öf bile dememek, onlara karşı daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip en ufak bir şekilde onları üzmemek, bıkkınlığı ifade edebilecek bir tavır takınmamak evlatların büyük sorumluluğudur. Onların gönüllerini kıracak en küçük bir sözden bile kaçınmak, her hususta rızalarını kazanmaya çalışmak, onları kendisinden memnun etmek evladın önemli görevidir.

Ahkâf Suresi 46/17:

“Ana ve babasına:’Öf be size! Benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz?’ diyen kimseye, ana ve babası Allah’ın yardımına sığınarak: ‘Yazıklar olsun sana! İman et. Allah’ın vaadi gerçektir.’ dediklerihalde o: ‘Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir!’,der.”

Bu ayetin ortaya koyduğu örnekte ise, ana-baba Müslüman, çocuk ise isyankâr; ilk inkâr ettiği de onların iyiliği. Onlara, onlardan bıkkınlığını yansıtan, kaba, küstah ve incitici bir dille hitab ediyor: “Öf size!” Ardından asılsız bir bahaneye yaslanarak ahireti inkâr ediyor. Yapılan inkârı görüp küfrü işiten ana-baba, bu saldırı ve tecavüz karşısında sonuçta yine evlatlarını ateşten koruma refleksiyle ürpererek ona sesleniyorlar: “Onlar Allah’a sığınarak: `Yazık sana, etme, gel inan, Allah’ın sözü gerçektir”. Evlat ise isyanında ısrarcı davranıyor.

Bu son ayetteki anlam, kanaatimce evlatlarını Allah’ın hükümlerine uymaya çağırdıklarında ana-babalarına itaat etmek yerine kızıp “öf be size” “bize karışmayın” diye isyan ederek bağırıp çağıran evlatları da kapsar. Yani Allah’ın emrine uymaya çağıran ana-babaya itaat etmeyen ve yapılan hatırlatma üzerine Allah’ın ayetlerine uymak üzere harekete geçmek yerine “Öf be size” diye bağırıp Allah’ın emrine uymayı reddeden evlatlar da “kâl/söz ile” açıkça söylemeseler de “hâl ile” yani davranışlarıyla “bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değildir.” demiş gibi olurlar.

Hadislerde Yer Alan Ana-Babaya Karşı Görev ve Sorumluluklarla İlgili Açıklamalar

Bu ayetler ışığında ve ayetlerdeki hükümlerin açıklaması mahiyetinde Rasûlullah (s) tarafından söylenenana-babaya karşı sorumlulukların hatırlatıldığı pek çok hadis söz konusudur.

İşte bunlardan bazıları:

Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ (r.a.) anlatıyor: ‘Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber’den (s.a.s.)n sorarak: ‘Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?” dedim. ‘Evet’ dedi, “ona gereken hürmeti göster.”[9]

Bir gün peygamberimiz (s.a.s.) ashâbına: “Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?” diye üç defa sordu. Üç defasında da: ‘evet, bildir ey Allah’ın rasûlü’ diyen ashâb-ı kirâma, bunların sırasıyla; “Allah’a ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek” olduğunu belirtti.[10]

“Kebâir (büyük günahlar): Allah’a şirk/ortak koşmak, ebeveyne âsi olmak ve yalan şâhitlik yapmaktır.”[11]

“…Dikkat edin! Ben, size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi? Aziz ve Yüce olan Allah’a ortak koşmak (müşrik olmak), ana-babaya âsi olmak ve yalan söylemek.”[12]

“Üç kimsenin duâsı, makbul duâlardır; bunların kabul edilişinde şüphe yoktur: Zulme uğrayanın duâsı, yolcunun (misafirin) duâsı, ana-babanın çocuklarına duâsı.”[13]

“Babalarınızdan nefret etmeyin. Bu, Rabbinize karşı bir küfr(ân-ı nimet)dir.”[14]

“Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.”[15]

“Ana-babasına iyilik edene müjdeler olsun! Allah onun ömrünü uzatır.”[16]

“Allahu Teâlânın rızası, ana-babanın rızasında, gadabı da, ana-babanın gadabındadır.”[17]

“Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün.”[18]

“Ana-babası veya onlardan birisi yanında ihtiyarladığı hâlde, cennete giremeyip cehennemi boylayan kimseye yazıklar olsun!”[19]

“Allahu Teâlâ bazı günâhların cezâsını kıyâmete kadar geciktirir. Ana-babaya isyân bundan müstesnâdır.”[20]

“Peygamber efendimiz (Ana-babasından biri hayatta olup da rızâsını almayan Cehenneme girmeye müstehak olur) buyurunca Eshâb-ı kirâmdan biri (Yâ Resûlallah ana-baba evlâdlarına zulmetse de böyle mi?) diye sorunca cevabında üç defa (Evet zulmetseler de…) buyurdu”[21]

Abdullah bin Mes’ud (r.a.) diyor ki: Allah’ın Elçisine sordum: ‘Hangi eylem (Allah katında) daha üstündür?’ “Vaktinde kılınan namaz” dedi. ‘Sonra hangisi?’ dedim. “Ana-babaya ihsan/iyilik” dedi. ‘Sonra hangisi?’ dedim. “Allah yolunda cihad” buyurdu. Allah’ın Rasûlü bunları bana söyledi. Eğer sormaya devam etseydim, daha da söyleyecekti.’[22]

Bir adam: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, anne ve babanın çocukları üzerinde hakları nedir?’ diye sormuştu. Rasûlullah (s.a.s.): “Onlar senin cennet ve cehennemindir.” buyurdu.[23]

“Babanın duâsı, perdeyi deler (kabul makamına ulaşır).”[24]

Buhâri’nin kaydettiği uzunca bir hadiste, insanların zor durumdayken (mağarada mahsur kaldıklarında) yaptıkları duânın kabul edilmesini sağlayan iyiliklerin başında ana-babaya saygı ve ikramın geldiği görülmektedir.[25]

Peygamberimiz, Allah’ın dilediği birçok günahın cezasını kıyâmet gününe kadar erteleyeceğini, ancak, ana-babalarına âsi olanların cezasını dünyada başlatacağını belirtmiştir.[26] Ayrıca, Allah’a arz edilip de geri çevrilmeyecek duâ ve dilekler arasında ana-babaların beddualarını da saymıştır.[27]

İbn Abbas (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: “Müslüman ana-babaya sahip olan bir Müslüman, Allah’tan sevap bekleyerek onların hizmetinde bulunursa, Allah ona muhakkak cennette iki kapı açar. Eğer ana-babadan biri bulunursa, bir kapı açar. Eğer onlardan birini kızdırırsa, onun rızâsını kazanmadıkça, Allah o çocuktan râzı olmaz.”[28]

Rasûlullah’a (s) Lukman sûresinin (Dünyada ana-babanla iyi geçin) meâlindeki 15. âyet-i kerîmesinin açıklaması sorulduğunda şöyle buyurdu:

“Onlarla iyi geçinmek demek;
1- Aç iseler yemek vermek.
2- Elbiseleri yoksa elbise yapmak.
3- Hizmete muhtâç iseler onlara hizmeti cana minnet bilmek.
4- Çağırdıklarında buyurun deyip yanlarına gitmek ve onlara hep iyilik etmek.
5- Bir iş buyurduklarında emirlerini yerine getirmek, (günah olan emirler yerine getirilmez).
6- Onlarla konuşurken tatlı ve yumuşak hitâb etmek.
7- Onları isimleri ile çağırmamak.
8- Onlarla bir yere giderken arkalarından gitmek.
9- Kendi için sevdiği şeyi onlar için de sevmek.
10- Kendine duâ ederken onlara da duâ etmek.”[29]

“Allahu Teâlâ Kıyâmette üç zümreye rahmet nazarıyla bakmaz: Ana-babasına karşı gelen, içki içen ve yaptığı iyiliği başa kakan kimse.”[30]

Ashabdan biri, ‘Ölümlerinden sonra da ebeveynim için yapmam gereken bir iyilik var mı?’ diye Rasûlullah’tan sorunca, Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Evet, dört haslet vardır: Onlara hayır duâda bulunmak; Allah’tan bağışlanmalarını dilemek; Varsa vasiyetlerini yerine getirmek; Dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip ikramda bulunmak; Akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla var olmuştur.”[31]

Anne babaya karşı iyi, güzel olan her davranışı yapmaya gayret etmek; kötü, çirkin her hareket ve sözden sakınmak onlara karşı evlâdın görevlerindendir. Hayatta ve öldükten sonra ebeveynlerine karşı görevlerini yerine getiren, onları memnun edip hayır duâlarını alan kimse, dünya ve âhiretin en büyük mutluluklarından birini kazanmış olur.

“Evlât, hiçbir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını ödeyebilir.”[32]Üzerimizde bu kadar çok emek ve hakları olan anne ve babalarımızı sevmek ve onların sevgisini ve duâsını kazanmak en önemli ahlâkî görevlerimizdendir. Bu vazife, hayatta iken onlara karşı hürmet, şefkat ve merhamet göstermekle kendilerini hoşnut etmeye çalışmakla yerine getirilir. Anne babayı gerçekten sevmenin, “onları seviyorum” demekten ibaret olmadığını, sevginin bir bedeli olduğunu, onlara karşı maddî-mânevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edileceğini unutmamamız gerekir. Anne ve babaya her türlü ikram ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde ihtiyaçlarını gidermek, onlara kırıcı sözler söylemeyip daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip onları üzmemek dinimizin tavsiyelerindendir. Yaşlandıklarında her türlü hizmetlerine koşmak, ihtiyaçları varsa onları yedirip giydirmek, hastalık anlarında tedavi ve bakımlarını yaptırmak, her Müslüman evlâdın görevidir. [33]

İnsanın dünyadaki en büyük görevi, şüphesiz ki Allah’ın rızâsını kazanmaktır. Bundan hemen sonra, rızâsını almamız gerekenler ise, ana-babalarımızdır. Çünkü Kur’an’da Allah, kendisine ibâdetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiştir.[34]Peygamberimiz (s.a.s.) de: “Allah’ın rızâsı, babanın rızâsında, gadabı da babanın gadabındadır.”[35] buyurmuştur. İyilik yapılmada hakkı babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir. O yüzden Peygamberimiz, çok öfkeli bir şekilde ve üç defa tekrar ederek “Yazıklar olsun o kimseye!”dediğinde, ashâb-ı kirâm; ‘kimdir o ey Allah’ın rasûlü?’ diye sorunca; “Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı halde, cennete giremeyip cehennemi boylayan kimse.” der. [36]

İslâm ahlâkçıları, her insanın ve Müslümanın sahip olduğu haklara ilâve olarak, çocukların ana-babalarına karşı yerine getirmeleri gereken daha başka özel görevler de sıralamışlardır. Bunların başlıcaları, ebeveynin maddî ve mânevî ihtiyaçlarını karşılamaya, huzurlu bir hayat yaşamalarını sağlamaya çalışmak, istemeden vermek, kendilerinden aşırı fedâkârlıklar beklememek, haklarında şikâyetçi olmamak, kusurlarını saklamak ve iyiliklerinden söz ederek itibarlarını korumak, dinî bakımdan ciddî olmayan kusurlarını görmezlikten gelmek, uyarılmaları dinî bir zarûret olan konularda bile ikazları incitmeden yapmak, hayatta iken ve öldükten sonra haklarında duâcı olmak, haram olmayan konularda isteklerini yerine getirmek, hayır ve ibâdetlerine yardımcı olmak gibi dinin ve örfün belirlediği ahlâk kurallarıdır. Bu konuda hadislerde yer alan bir önemli husus da ebeveynin ölümlerinden sonra hâtıralarını yaşatmak üzere onların dostlarıyla ilişkiyi devam ettirme gereğidir ki, bu da evlâda düşen bir vefâ ve kadir bilirlik borcudur. [37]

Âyet ve hadislerden anlaşılacağı gibi, ana-babaların meşrû istek ve arzularını yerine getirmek, onlara karşı çıkmamak dinin önemli emirlerindendir. Ana-baba, Allah’a şirk koşmayı, Allah’ın emrettiği/farz kıldığı bir şeyi yapmamasını, haram kıldığı şeyleri yapmasını emrederse, onların bu istekleri yerine getirilmez. Kesin haram olmayan, şüpheli konularda ise, çoğu âlime göre ana-babaya itaat tavsiye edilir. İmam Gazâli şöyle der: Haram veya helâl oluşu kesin olmayan şüpheli işlerde ana-babaya itaat lâzımdır; haramlığı kesin olan işlerde ise onlara itaat icab etmez. Âlimlerin çoğu bu görüştedir. Çünkü şüpheden kaçınmak takvâdır, ana-babaya itaat ise kesin bir emirdir. [38]

Yukarıda Zikredilen Ana-Babaya Karşı Sorumlulukları Yerine Getirmek Farzdır, Aksi Davranış Haramdır

Ana-babaya karşı sorumluluklarla ilgili emirleri yerine getirmek her evlat için farzdır, aksine davranış ise haramdır. Yukarıda zikredilen ayetler ve hadisler muvacehesinde bir mü’min ana-babasına asla herhangi bir kötülük ve eziyet yapmamalıdır. Devamlı onlarla güzel bir üslup ve dil ile, sesini yükseltmeden, bağırıp azarlamadan konuşmalıdır. Onlara iyi davranmalı, saygılı olmalı ve şartlar ne olursa olsun onları üzmemeye çalışmalıdır. Böylece onların dualarını almaya ve rızalarını kazanmaya çalışmalıdır. İşte bu tutum o evlat için, sadece Allah’a kul olmanın gereği olup ahirette yüzünü güldürecek sâlih bir amel ve ibadet olacaktır.

Ana-baba çocuklarına yeteri kadar iyilik yapmamış olsalar, hatta bazı zararları dokunmuş olsa da, çocuklar, onlara yine de iyi davranmak zorundadır.Çünkü insanlar yaşlandıkça çocuklaşır. Çocuklarının yanlış ve zararlı davranışlarını güler yüzle karşılayanlar yaşlanıp evlâtlara muhtaç duruma gelince onlara, evlâtlarına yaptıkları gibi iyi davranmak, aynı zamanda bir şükran borcudur.

Allah’tan sonra insanın üzerinde en çok hakkı olanlar, ana-babasıdır. Allah’ı bir bilip sadece O’na ibâdet ve kulluk nasıl önemliyse, ana-babaya ihsanla muâmele etmek de öyle önemlidir. Çünkü Allah insanın yaratıcısı, ana-baba da yaratmanın sebepleridir. İnsanı besleyen, rızıklandıran Allah; yetiştiren, eğiten, şefkatle koruyup büyüten ana-babadır. Bu bakımdan her şeyin başında Allah’ın birliğini tanıyıp sadece O’na ibâdet ve kulluk etmek, sonra da ana-babaya iyilik etmek şarttır.

Kur’an’da ve hadislerde Allah’a ibâdetten hemen sonra ana-babaya iyilik görevinin zikredilmesinin sebepleri şunlardır: a) İnsanın maddî ve mânevî gelişmesi için en değerli katkı, Allah’ın nimetlerinden sonra ana-babanın fedâkârlıklarıdır. Çünkü ana-baba, çocuğun hem varlık sahnesine çıkmasının sebebidirler, hem de yetiştirilip terbiye edilmesini, eğitimini sağlayan kişilerdir. b) Çocuğun varlık alanına çıkmasının asıl ve gerçek sebebi Allah, zâhirî ve hukukî sebebi ise ana-babadır. c) Allah nimetlerini karşılıksız verdiği gibi; ana-baba da çocuklarının ihtiyaçlarını hiçbir karşılık beklemeden seve seve yerine getirirler.[39]

Müslüman bir ana-baba her zaman (hatta fıtri erdemlerini koruyan ana-baba bile Müslüman olmasa da genellikle) evladının iyiliğini ister. Ona zarar gelecek bütün tehlikelere karşı, gözünü kırpmadan kendini öne atar. Evladı ister küçük olsun, ister evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş olsun, ona karşı aynı duyguları besler. İşte bu tür sebepler göz önüne alındığı zaman ana-babanın hakkını ödemenin, çok zor olduğu açıktır.

Dünyanın çok kısa olduğu, ahiretin ise kalıcı esas yurdumuz olduğu hakikatini hiç aklımızdan çıkarmamalı, ölümün çok yakınımızda olduğu bilincini sürekli diri tutmalıyız. Bu sebeple yarın, “keşke bunu yapmasaydım” veya “keşke onlara çok daha iyi davransaydım” dememek ve son pişmanlığın fayda etmediği günde kahrolmamak için elimizden gelenin daha fazlasını bu imtihan dünyasında ana-babalarımız için yapmalı ve ahiretimize bu bilinçle hazırlanmalıyız. Ana-babaya ihsanda bulunma, iyi ve saygılı davranma, meşru hususlarda itaatkâr olma, inşaAllah dünyada huzur ve güzelliklerin kaynağı, âhirette cennetin sebebi olacaktır. Aksi hâl ise, huzursuzluk ve azaba sürükleyecektir.

Son olarak şunu ifade etmek isterim ki, bu yazıyı yazarken “yapmadıklarımı başkalarına tavsiye etmek” durumuna düşmedim elhamdülillah. Bilmenizi isterim ki, bizlerin yaşında olan evlatlar ana-babalarımızın sağlığında, cahiliye dönemimizde bile onlara saygıda kusur etmemeye, onların rızalarını kazanmaya büyük önem gösterirdik. Şahsen cahiliye dönemimde bile saygılı ve itaatkâr olduğum ana-babama, tevhidi bilince ulaştıktan sonra daha bilinçli olarak saygı göstermeye, ihsanda bulunmaya ve itaate devam etmişimdir. Ayrıca elhamdülillah onların da tevhidî imanla buluşmalarına vesile olmak için âdeta çırpınmışımdır. Onları umre ve Hacca götürüp oralarda da sürekli tevhid mesajını anlattığım ana-babamın, Rabbimizin lûtfuyla imanlarına zahiren şahidlik yapmışımdır. Rabbimiz onlardan razı olsun, taksiratlarını affetsin ve kendilerine rahmetiyle muamele eylesin inşaAllah. Ancak bugün yaklaşık 40 yaşın altındaki evlatların, bize ulaşan bilgileri esas aldığımızda önemli bir kısmının, (Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen) ana-babalarına gösterdikleri saygısızlığı, kötü muameleyi ve itaatsizliği, inanınız bizler cahiliye dönemimizde bile yapmıyorduk. Allah (c), bu yeni kuşağa da, Kur’an’ı hakkıyla okuyup yaşamayı, demokratikleşme rüzgârının etkisiyle yaygın biçimde sürüklendikleri sekülerleşme ve hevaya tâbi olma sapmasından kurtularak “Ey iman edenler iman edin…”[40] ayeti gereğince imanlarını gözden geçirip gerçek ve samimi bir imana ulaşmayı, yani gerçek bir hidayeti nasip etsin. Böylece, bizim cahiliye dönemimizin bile gerisinde kalmış ahlaklarını vahiyle ıslah etmelerini ve önce Allah’ın sonra da ana-babalarının rızasını kazandıracak biçimde Kur’an ahlakını ve takvayı kuşanmalarını nasip eylesin inşaAllah.

Bayram Tebriği:Müslüman halkların yaşadığı bütün bölgelerde, Suriye’den Arakan’a, Afganistan’dan Irak’a, Filistin’den Afrika’ya, Doğu Türkistan’dan Çeçenistan’a vd. pek çok bölgede oluk oluk Müslüman kanının akıtıldığı, işgal, katliam ve soykırımların yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Yaşanan bu vahşeti, bütün dünyanın ahlaksızca seyrettiği, hatta ABD’den AB’ye, Rusya’dan Çin’e, İsrail’den İran’a çoğu emperyalist terörist ya da işgalci katil olan devletlerin doğrudan bu akan kandan mesul oldukları acılı bir dönemde bulunuyoruz. İşte böylesine büyük acı ve üzüntülerin yüreklerimizi kanattığı bu süreçte idrak ettiğimiz Kurban bayramının, Müslüman halkların bu zulüm ve zilletten kurtulmasına ve Kur’an’a topluca sarılıp tevhidde vahdet sağlayarak ümmetimizin vahiyle yeniden dirilişine, tekrar izzet ve onur kazanmasına vesile olması umut ve duasıyla bayramınızı tebrik ediyorum.

[1] Seyyid Kutub, Fî Zilâl-il Kur’an, Lukman 14. ayetin tefsiri.

[2]Âl-i İmrân Suresi, 3/14

[3] Ahmed Kalkan, Ansilopedik Kur’an Kavramları, Cilt I, Sh. 733 vd.

[4] Mevdudî, Tefimul Kur’an, En’am 151 ayetin tefsiri.

[5] Seyyid Kutub, Fî Zilâl-il Kur’an, İsra 23. ayet tefsiri.

[6]Müslim, Birr 10

[7]14/İbrahim, 41

[8]Müslim, Zekât 50; Ebû Dâvud, Zekât 34

[9]Buhârî, Hîbe 28, Edeb 8; Müslim, Zekât 50; Ebû Dâvud, Zekât 34; K. Sitte, 2/488

[10]Buhârî, Edeb 6

[11]Buhârî, Edeb 1; Müslim, İman 143, 144

[12]Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 1/40; Taberî; Beyhakî

[13]Ebû Dâvud, Salât 29; Tirmizî, Birr 7; İbn Mâce, Duâ 11

[14]Kütüb-i Sitte, 15/123

[15] İ. Ahmed.

[16] Buhârî

[17] Tirmizî

[18] Tirmizî

[19] Müslim, Birr, 9.

[20] Hâkim

[21] Beyhakî

[22]Buhârî, Mevâkît 5, Edeb 1; Müslim, Müsâfirîn 216; Tirmizî, Kur’an 11; Nesâî, Mevâkît 51

[23]K. Sitte, 17/471

[24]K. Sitte, 17/509

[25]Bk. Buhârî, Edeb 5; Ahmed bin Hanbel, 2/116

[26]Zehebî, s. 44

[27]Bk. Buhârî, Edeb 5

[28]Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 1/9

[29] R.Nâsıhîn

[30] Buhârî

[31]Buhârî, Edebu’l Müfred, 19

[32]Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 1/14

[33]Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 139 vd.

[34]17/İsrâ, 23; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151

[35]Tirmizî, Birr 3; Buhârî, Edebu’l Müfred Terc. 1/4

[36]Müslim, Birr 9

[37]T. D. Vakfı İslâm Ans. 3/104

[38]Edebu’l Müfred, Ahlâk Hadisleri, c. 1, s. 20

[39] Ahmed Kalkan, Ansilopedik Kur’an Kavramları, Cilt I, Sh. 733 vd.

[40] Nisa Suresi, 4/136

İlginizi çekebilir

Aksa Tufanı Oyunu Bozdu

Erdoğan başta olmak üzere bütün bölge ülkelerinin yöneticileri ise, o süreçte işgalci siyonist terörist İsrail ile normalleşme politikası yürütüyorlardı. Gazze müslüman Filistin halkının elinde olduğu süreçte bile bu halka ait doğalgaz rezervlerini İsrail gasp etmiş ve çaldığı bu gazı satmaya bile başlamıştı. Erdoğan ise hırsızın çaldığı bu gazın İsrail'e/hırsıza aidiyietini kabul edip hırsızla işbirliği yaparak bu çalıntı gazı Türkiye sahasından geçecek boru hattıyla Avrupa'ya ihraç edilmesinde hırsızla işbirliği konusunda 2022 yılında terörist İsrail Cumhurbaşkanı Herzog u Türkiye'de ailece ağırlayıp anlaşma yapmıştı.