BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Zalimliği Tartışılmaz Olan Sistemin Kuruluş Yıldönümünü, Bayram Olarak Kutlama Çelişkisi

Zalimliği Tartışılmaz Olan Sistemin Kuruluş Yıldönümünü, Bayram Olarak Kutlama Çelişkisi

“Halkına zulmeden sistemin kuruluş yıldönümünü, değişim sürecinde bile bayram olarak kutlamaya devam etmek, hem ibretlik bir çelişki, hem de halka saygısızlık değil midir?”

 

Mehmet Pamak, yaptığı açıklamada şunları söyledi:

 

“Bugün yine 29 Ekim, her yıl olduğu gibi bayram olarak kutlanıyor. Neden bayram yapılıyor? Çünkü, cumhura (halkına) dünyanın hiçbir yerinde yaşanmayan zulümleri yaptığı halde adına “Cumhuriyet” denilmiş egemen rejimin 88 yıl önce kurulmasının yıldönümü olduğu için. Halkının çok büyük ekseriyetinin İslami ve etnik kimliğine, tesettürüne, örfüne, kültürüne ve değerlerine savaş açmış, “kurtuluş savaşı” olduğu iddia edilen ama “kurtarmayan savaş”ta kovulduğu söylenen emperyalist devletlerin seküler sapkın kültürünü, Türk ulusalcısı Kemalizm dini haline dönüştürerek ve şiddet politikalarıyla terör estirerek kendi halkına dayatmış bir “Cumhuriyet”in kuruluşunun 88. yıldönümü. Halkının, alfabesinden giyimine, inancından düşüncesine, tarihinden kültürüne kadar her şeyini değiştirmeye vetepeden jakobence belirlemeye kalkan, hayatın bütün alanlarında en ince teferruata kadar neyi yapması neyi yapmaması gerektiği hakkında halkına ilahlık taslayan, tevhide düşman olduğu halde “tevhidi tedrisat” yasasıyla tek tipçi seküler materyalist laik eğitimle ve putperest törenlerle çocuk zihinleri işgal eden ve İslam düşmanı resmi ideolojiyi neredeyse hayatın tüm alanlarında bütün halka dayatan bir sistemin kuruluş yıldönümü.

 

Bu sapkın tercihleri ve dayatmalarıyla, halkının var olan İslami kimlik ve değerlerini, ümmet bilincini ve sonuçta da Kürt kimliğini ve anadilini tehdit ve düşman ilan edip yok etmeye kalkışan, kendisi de “iyi, doğru ve güzel”e dair hiçbir değer üretemeyerek, tüm kurumları, yönetici kadroları ve bürokrasisiyle, oluşturduğu zulüm bataklığında kendisi de çürüyen, toplumunu da çürüten bir sistemin kuruluş yıldönümü. Bunca yaygın ve derin, ideolojik ve ırkçı zulümlere ilaveten, ülkenin kaynaklarını adil dağıtmak için hiçbir duyarlılığı olmayan ve adaletsiz uygulamalarıyla geniş kitleleri sefalete mahkum ederken, fakir kitlelerin sırtından ve bütün halka ait servet ve imkanlardan, yandaş büyük sermayedarlara sürekli kaynak aktaran sistemin yıldönümü. Ekonomik zulme dayalı düzeniyle, kitleleri asgari ücrete mahkum ederken, banka, medya sahibi büyük sermayedarları sürekli besleyip semirten, sonuçta darbeci paşalarla birlikte ülkenin sahibi haline getiren sömürücü kapitalist sistemin kuruluş yıldönümü.

 

Artık çöktüğü, çürüdüğü, tıkandığı ve bu kadar derin ve yaygın zulüm bataklığı içinde sürdürülemediği için, çökmenin eşiğine gelmiş bu seküler laik ulus devlet rejimini, son 9 yıldır, herkesçe kabul edilen bu zulmü azaltıp halkı görece rahatlatmak amacıyla yeniden inşa edip diriltmeye yönelik sistem içi değişimle demokratikleşme çabaları gerçekleştirilmektedir. Sistemin zulmünü geriletmeye yönelik sistem içi değişimin öncüsü olan AKP’nin Genel Başkan yardımcısı Ömer Çelik CHP’lilere hitaben şunları söylemektedir; Benim cumhuriyeti kuranlara saygım var. Onlar cumhuriyeti kurdu ve ayakta tuttular ama Allah korusun AK Parti gelmeseydi onların kurduğu cumhuriyeti siz batırıyordunuz, zor kurtardık”. Habertürk yazarı Serdar Turgut’un tespitiyle bu kurtarmanın açılımı şudur; “Rejimin savunucusu olduklarını sanan bazı Ergenekon zihniyetliler ve CHP bu sistemin artık kendilerini de sürükleyerek çökmekte olduğunu göremiyorlardı. Tehlikenin farkında değildiler. Sistemin kendisini inançlı insanlara acilen açmak ihtiyacı vardı, ama buna rağmen sistem hâlâ daha inançlı insanları düşman olarak görüp başı örtülü kadınlarla mücadele ediyordu. Sistemi koruduğunu sananlar yüzünden sistemin çöküşü hızlanıyordu. Sistem bir anlamda intihar etmekteydi. Eğer AKP iktidara gelmeseydi Türkiye’de büyük bir çöküş yaşanacaktı. … AKP aslında cumhuriyetin tek kurtarıcısıydı. Çünkü AKP sayesinde sistem kesin çöküşten kurtulmuş yeniden hayatiyet kazanmıştı… Bu Atatürk’ün kurduğu ve artık tıkanmış olan sistemin de restore edilmesi anlamına geliyordu.”

 

Zalim olduğu tespit ve teşhisi yapıldıktan sonra, onun bu zulmünü geriletmeye yönelik sistem içi değişimle, zulmünü azaltarak ve görece özgürlükler getirerek rahatlatmak suretiyle, acılı muhalif kitleleri entegre ederek yaşatılmaya, sürekli kılınmaya çalışılan bir sistemin 88. yıldönümünün, hala bayram olarak kutlanmaya çalışılması ve bunun tüm halka ve çocuklarına dayatılması, ibretlik bir çelişki değil midir? Van depremi sebebiyle sadece kimi törenlerin bu sene yapılmaması yeterli midir? Sistemin zulmünün farkında olup, zulmü geriletme ve halkı bu zulümlerden kısmen de olsa kurtarma çabası gösterenlerin, asgari tutarlılık gereği, bunca zulmün banisi olan sistemin kuruluş yıldönümünün hala bayram olarak kutlanılmasına son vermeleri gerekmez mi? Aksi halde, insani erdemleri yok eden, insanı ve değerlerini tüketen, fesadı yaygınlaştıran, ekini, nesli ve ahlakı yozlaştıran, fıtratı bozan, yaygın, sistematik ve sürekli işkenceleri, faili meçhulleri, suikastları, yargısız infazları ve çok boyutlu insan hakları ihlalleriyle insanlık onurunu ayaklar altına alan, geniş kitleleri sefalete mahkum ederken yandaş sermayedarları tüm halka ait kaynaklarla oligarşik güç haline getiren, halkının on binlercesini katletmiş, yüz binlercesini zindanlara tıkmış, milyonlarcasına büyük acılar yaşatmış, bedeller ödetmiş ve halen de bu zulümlerin büyük kısmını sürdüren bu sistemin kuruluş yıldönümünü bayram olarak kutlamaya devam etmek, en azından bunca zulmü çeken halka saygısızlık değil mididir?”

 

2009 yılında yayınlanan İLKAV Basın Açıklamasının tam metnini gündeme uygunluğu sebebiyle bir daha ilginize sunuyoruz:

 

86 yıl önce yeni sistem kurulurken, o gün tek örgütlü ve silahlı güç olan ordu yeni devletin sahibi olarak kendini konumlandırdı. İlk meclisin muhaliflerini tasfiye amacıyla gerçekleştirilen ilk yargısız infazların ardından yapılan ilk darbeyle parlamento önce “Tek Adam”ın, daha sonraki süreçlerde de “Milli şef”in tek belirleyiciliğiyle oluşturulan, paşaların hâkimiyeti altında göstermelik bir kurum haline dönüştürüldü. Aslında “Cumhuriyet” adı altında, batıcı asker bürokratların öncülüğünde oligarşik bir diktatörlük kuruldu. Saltanat kaldırılmış gibi yapılarak, aslında asker bürokratların öncülüğünde, aristokrat Batıcı “Beyaz Türk” hanedanı oluşturulmak suretiyle bürokratik saltanat dönemine geçildi. İşte bu suretle oluşturulan askeri vesayet rejimi “Cumhuriyet” aldatmacasıyla sürdürülmektedir.

 

Halkın İslami kimliğini, etnik kimliklerini ve değerlerini düşman ilan eden laik Cumhuriyette Cumhur / halk ise, hep cahil diye aşağılanıp dışlanmış, edilgen bir konumda tutulmuştur. Cumhur / Halk, “Beyaz Türk” hanedanının zenci köleleri olarak algılanmış, asker bürokratların öncülüğündeki, yargı ve üniversite bürokratları ile TÜSİAD’çı besleme sermayedarlar ve medyasından oluşan oligarşinin sahibi olduğu devlete hizmetkâr olmak, vergi ve askerlik yapmakla yükümlü tutulmuştur.

 

İşte adına Cumhuriyet denilen bu bürokratik saltanat sürecinde, batıcı silahlı bürokratların seküler ideolojileri halka rağmen yeni devletin resmi ideolojisi haline getirildi. Askeri bürokratların öncülüğünde oluşan oligarşik gücün, saltanatı Osmanlı’dan devralıp sürdürdüğü bu süreçte, Osmanlı sultanlarının bile yapmadıkları çağdaş sultanlarca yapılarak, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanları en ufak ayrıntısına kadar tepeden belirlenmeye kalkışıldı. Kıyafetten düşünceye, inançtan ibadete, eğitimden yargıya, siyasetten ekonomiye bütün alanlar oligarşinin tahakkümü altında düzenlenmeye ve ülke halklarının neyi, nasıl yapması gerektiği jakobence dikte edilmeye çalışıldı. Halkın, resmi ideolojiyle bağdaşmayan İslami kimliği ve tesettürü, Batının seküler kültürüyle uyuşmayan yerli kültürü ve egemen ulus kimliğiyle bağdaşmayan Kürt kimliği düşman sayılıp dışlandı, baskı, yasak, inkâr ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye çalışıldı.

 

Cumhurun/halkın bu şekilde sürekli aşağılandığı, ezildiği, sömürüldüğü, halkın seçimle iktidar yaptıklarına halkın isteklerini yerine getirme fırsatının verilmediği bir sisteme Cumhuriyet denir mi? Sürekli yapılan darbeler, muhtıra ve siyasi müdahalelerle halk ve seçtiklerinin asker bürokratların ve yandaşlarının arzu ve isteklerine göre hizaya sokulduğu bir sisteme hâlâ Cumhuriyet adını vermek halkla alay etmekten başka anlam taşır mı? Yıllardır kendisini horlayan, söz hakkı tanımayan, seçtiklerinin iktidar olmasına asla imkân vermeyen ve bürokratik iktidarı saltanattan daha mutlak bir belirleyicilikle egemen kılan bir sisteme Cumhuriyet demeyi sürdürmek ve üstelik “Cumhuriyet bayramı” kutlamaları yapmak, Halkı bir de bu şekilde aşağılamaktan başka bir anlama gelir mi?

 

Bugün hâlâ halka rağmen mutlak iktidarını sürdüren oligarşinin, eğitimden camilere, askerlikten yargıya, ekonomiden medyaya kadar bütün alanlarda tam bir denetim ve vesayet kurduğu ve resmi ideoloji işgaliyle bütün hayat alanlarını kuşatma altında tuttuğu, halkın görece özgürleşmesine bile tahammül edemeyip hemen pençelerini göstererek kırmızıçizgiler çektiği görülmüyor mu?

 

On yıllardır, Cumhuriyet ve Cumhuriyetçilik adına, bürokrat sultanların tahakkümünde öylesine zulümler, katliamlar yaşatıldı ki bu ülke halklarına, saymakla bitmez. Sözde Cumhuriyet’in ilk günlerden itibaren İstiklal Mahkemelerinde yargısız infazla katledilen binlerce Müslüman, siyasi ve ideolojik kararlarla ceza evlerine doldurulan yüz binlerce insan, faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, asit kuyularına atılan insanlar, yakılan köyler, asimilasyon ve tehcir zulümleri, ideolojik ve ırkçı baskı ve yasaklar, halkın kaynaklarının bir avuç yandaş sermayedara peşkeş çekilmesi, sömürü, talan, yolsuzluk ve yoksulluk hep bu sistemin zulümleriydi.

 

Hem Cumhuriyet adı altında bürokratik diktatörlük kurulacak ve cumhura bunca zulüm reva görülecek, hem de halkın söz sahibi olduğu bir Cumhuriyet kurulmuş gibi her yıl 29 Ekim Bayram olarak kutlanacak, bu doğru ve ahlaki bir tutum mu? Bu bayram, iki yönden zaaflı duruyor ve kaldırılmayı hak ediyor. Bir kere cumhuru esas alan, cumhurun hak, özgürlük ve değerlerine saygı gösteren Cumhuriyet yok ki, Bayramı olsun. Askeri vesayet rejiminin, bürokratik saltanatın Cumhuriyet olarak kutlanması, dünyayı güldürecek bir olay, akla ve mantığa aykırı bir saçmalık olduğu gibi, ahlaki de değildir. İkincisi bayramların bir toplumun ortak sevinç günleri olması gerekmiyor mu? Bilindiği üzere 27 Mayıs darbesinin yıldönümleri de 1981’e kadar 20 yıl süreyle “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı. Ama geniş kitleleri mağdur etmiş bu günün bayram olarak kutlanması yine bir başka darbe tarafından kaldırıldı. Kaldırılması doğruydu. Bayramlar geniş kitlelerin mağduriyetine sebep olmamış olayları anımsattığında ve toplumun ortak sevinç günleri olmayı hak eden günler olduğunda anlamlı ve fonksiyoneldir. Ülke içinde geniş mağdur ve mazlum kitleler oluşturmuş olayları anımsatan günler bayram yapılırsa bir grup azınlık sevinirken, geniş kitleler hüzünle o günü geçirirler.

 

Bugün kutlanan “Cumhuriyet” adı verilen sistemin ardında da, bürokratik saltanat uygulamasından kaynaklanan halka yönelik çok boyutlu zulümler var. En az dört darbe, onlarca askeri müdahale, kanlı çete faaliyetleri ile büyük baskılar, yasaklar, zulümler, acılar, ıstıraplar, milyonlarca insanı kapsayan kan ve gözyaşı var.Bu sebeple, bütün bu zulümlerin müsebbibi bürokratik saltanatın hala hükmünü sürdürdüğü de göz önüne alındığında, askeri vesayet rejimi olan bu sistemde “iç düşman” ilan edilip, baskı ve yasaklarla kuşatılmış bulunan ülke halklarının çok büyük bir ekseriyetinin “Cumhuriyet Bayramı”ında hüzünden başka bir şey duyması mümkün değildir. Üstelik böyle bir sisteme hala Cumhuriyet denmesini ve bayram olarak bu ad altında kutlanmasını kendileriyle alay ediliyormuş gibi algılamaları da söz konusudur. Ayrıca, her şeye rağmen çeşitli sebeplerle bu bayramlara iştirak etmek durumunda kalan halka ve başörtülülere bile tahammül edilememekte, oligarşinin temsilcisi asker bürokratlar bu halk kesimlerini aşağılayıp salonları terk etmektedirler. O zaman, kimliğinizin ve değerlerinizin aşağılandığı, akidenizle de bağdaşmayan bu bayramlara katılmayın çağrısı yapıldığında da, bu çağrıyı yapanlar ideolojik yargıyla susturulmaya kalkışılmaktadır. Yani tam Deli Dumrul misali, katılan da aşağılanıp cezalandırılmakta, katılmayın diyen de mahkemede yargılanarak cezalandırılmaktadır.

 

Devlette nihai söz sahibi asker bürokratların öncülüğündeki oligarşinin, halkı köleleştirip efendilik taslayarak silah zoruyla ele geçirdiği saltanatı korumak amacıyla on yıllardır yaptığı darbeler, çete faaliyetleri ve çok boyutlu zulümler artık herkes tarafında bilinmektedir. İşte bu minvalde pek çok hukuksuzluğun, Genelkurmay’ı ve üst komuta kademesini de içine alan cuntacılık iddialarının ayyuka çıktığı, Dağlıca’da, Aktütün’de halkın çocuklarını bile bile ölüme terk edenlerin ve ordudan ç/aldıkları silahlarla halkı birbirine düşürmekten çekinmeyen resmi provokatörlerin suçüstü yakalandıkları, darbecilerin ve çetelerin varlığının ve egemen sistemin kuruluşundan bu yana sahibi ve temel karakteri olduklarının belgelendiği bir süreçte hâlâ Cumhuriyet Bayramı adı altındaki kutlamaların sürdürülüyor olması, komik bir görüntü oluşturduğu kadar, halkı aptal sayıp aşağılayan bir mütekebbirliğin de ifadesi olarak algılanmaktadır. Hele de böyle geniş kitlelere yapılan zulümleri anımsatan oligarşik diktatörlük ve bürokratik saltanat sistemini “Cumhuriyet” adı altında kutsayıp “fazilet timsali” olarak gösteren mahyaların Camilerin tepesine asılması ise, hem zulmü katlayan bir gelişme, hem de oligarşinin ve resmi ideolojinin camilerdeki işgalinin bir başka işareti olmuştur.

 

İşte bütün bu sebeplerle, soğuk savaş döneminin faşist alışkanlıklarının devamı olan bu tür bayram kutlamalarının sona erdirilmesi en doğru olandır, ancak illa da birileri istiyorsa sadece onların kendi aralarında toplandıkları salon etkinlikleriyle yetinilmesi sağlanmalıdır. Meydanları, caddeleri işgal ederek, askerlerin, tankların ve baskıyla katılıma zorlanan öğrencilerin yürütüldüğü, çok boyutlu eziyet ve israfın had safhaya ulaştığı ve üstelik trafik zulmüyle halka sıkıntı vermekten başka bir anlam taşımayan bu tür bayramların kaldırılması insan hakları bakımından da büyük önem arz etmektedir.

 

Darbeler Cumhuriyeti

Mehmet Pamak’ın, yaklaşık 9 yıl önce Almanya’da muhacirken, şiir formunda yazılmış ve henüz yayınlanmamış “Hicrette Muhasebe” kitabında yer alan gündeme uygun bir bölümü de tekraren paylaşıyoruz:

 

Savaş sonu ülkede, örgütlü tek yapıydı ordu

Bu yüzden yeni devlete, ordu damgasını vurdu

 

Pozitivist Osmanlı paşaları, devleti kurdu

Saltanat sürdü, tahta batıcı paşalar oturdu

 

Yeni sultan bürokratlar, modern ve “çağdaş”tılar

Emperyalistlerle, aynı kültürü paylaştılar

 

Halkı gerici sayıp, “başöğretmenlik” tasladılar

Sistemi seküler kültüre, Batı’ya yasladılar

 

Statüko için karşıydılar, hak ve özgürlüğe

İdeolojik dogmatizim, sebep oldu körlüğe

 

“Biz bu cumhuriyeti, kanla, irfanla kurduk” dendi

Kan, zulüm evet, ama “irfan” sürekli tepelendi

 

İrfanı, Hak bilgiyi, hor görmüştü “Cumhuriyet”

Tuğyanla yok edildi, hak, adalet ve hürriyet

 

Rejime,“cumhuriyet” dedikleri, ilk günden beri

Neden o sistem hiç girmedi, hudutlardan içeri?

 

Gören varsa eğer, göstersin bize “cumhuriyeti”

Yaşanan, halka tahakküm ve askerin vesayeti

 

Egemenlik, “kayıtsız şartsız” darbeci askerlerin

Rant-iktidar ilişkileri, çirkin boyutta “derin”

 

Oligarşinindi hâkimiyet, kayıtsız, şartsız

Halkın payına kölelik düştü, ezildi bahtsız

 

Evet, egemenlik patronun, silahlı bürokratın

İktidar ve rant tekelinde, zâlim aristokratın

 

Hiç hâkim olmadı ülkede, halkın “hür iradesi”

Sivillerin ensesindedir, darbecinin nefesi

 

Bu güç, tek sahibi ve efendisiydi ülkenin

Ona ters düşen, zulmüne maruzdu düzenin

 

Kürtlük ve İslam’ı, oturttular iç düşmanlar safına

Gerçek bölücüler başladı, tüm ülkede cadı avına

 

Bu paranoya ile, seksen yıl halkla savaştılar

Hak, hukuk tanımadılar, haddi, hududu aştılar

 

Halkın seçtikleri, hep atanmışlarca engellendi

İktidar ve rant hırsıyla, halk iradesi tepelendi

 

Halk kimi seçerse seçsin, hep onlar iktidardı

Her gelişmeye engeldiler, bütün toplum bîzardı

 

Seçilmiş atanmışa tabi, sanki onun kâhyası

Yetki bürokratta, sorumluluk seçilmişin tasması

 

Tokmağı almış ele, davul seçilmişin boynunda

İstediği gibi vurur, “demokrasi” oyununda

 

Vur bürokrat davula, keyfine göre vur, dan dan dan

Utansın itiraz etmeyen, korkakça teslim olan

 

Ülkede “Cumhuriyet” varsa, sadece lugatlarda

Despotluk egemen her yerde, mutsuzluk suratlarda

 

“Referandum” maddesi, önermiştim anayasaya

Dendi ki: “Halk ehil değil, doğru tercih yapmaya”

 

“Halk cahil” diye karşıydılar, onun özgür “oy”una

Şu “Demokrasi” hilesiyle, getirdiler oyuna

 

Siyaset kapı açarsa, bazı özgürlüklere eğer

Statüko için, durumdan vazife çıkarır asker

 

Darbecilerin eğitim yeri, hep Amerika’ydı

Bu despotlar, Amerika adına bir harikaydı

 

Darbelerin arkasındaydı, ABD ve Batı

Hep havuç ve sopayla, terbiye ettiler halkı

 

Darbe, sıkıyönetim ve olağanüstü haller

Seksen yılın, yarıdan fazlasını işgal eder

 

Darbelerle fakir halkı ezdiler, hem de rezilce

Zaten kısıtlı olan haklar, tırpanlandı sefilce

 

Tüm darbeler söz verirler, tam bağlılık göstermeye

Küresel sömürüye ve işbirlikçi sermayeye

 

Karar alırlar, emekçinin ve halkın aleyhine

Şeytan üçgenindeki, büyük patronların lehine

 

Sermayedarı kayırmak, darbenin kutsal göreviydi

Patron lehine emeği ezmek, nedense ilk işiydi

 

Sermayeci oligarşiye, teslim olunca devlet

Tabi halk soyuldu, belli ellerde toplandı servet

 

İslam, haksız servet birikimine karşıydı elbet

Bu yüzden, “irtica” yaygarasıyla saldırır devlet

 

Fakir halkın örgütleri, hep kapatıldı hiddetle

Asker -sermaye örgütleri, çalıştılar şehvetle

 

 

İnsan onuru tutuklandı, sürekli örselendi

Egemenler özgür yaşadı, mazlum kitle fişlendi

 

Darbe, sıkıyönetim derken, yaygınlaştı sefalet

Özgürlük ise tam yok oldu, katmerlendi esaret

 

Resmi Bayramlar, Ortak Sevinç Günleri değil

 

Bunca zulüm yapılmıştır, ilk darbenin ertesinde

Ezilenin gözyaşı var, “Cumhuriyet” sisteminde

 

“Cumhuriyet” bayramına, tabi halk etmez itibar

Asker, öğrenci katılımını, devlet zorunlu kılar

 

Sırf aristokrat egemenler, katılır törenlere

Böyle törenler absürd gelir, gerçeği görenlere

 

Faşist törenlerle, korku krallığı imaj tazeler

Askerler, tanklar, resmi nutuklar, hep aynı teraneler

 

Küçük azınlık mutluyken, ekseriyet ağlıyorsa

Bayram olur mu o gün, hüzünlü bunca yürek varsa

 

Üstelik yeni zulümler yapılıyor, sözde bayramda

İsraf ediliyor bütçe; işsizlik, sefalet her yanda

 

Abartılı gösterilerde yapılan bunca israfla

Kaç fabrika, hastane yapılır, düşünülse insafla

 

Ama vicdan ve insaf, “Cumhuriyet”le rafa kalktı

Seksen yıldır sömürülüp ezilen, hep mazlum halktı

 

Bir de trafik zulmü olur, sanki bayram hediyesi

Halk bu dayatmaya isyan eder, duyulmasa da sesi

 

“Beyaz Türk”ün bayramı, ezilen halka hüzün verir

Madem ortak sevinç değildir, kaldırılması gerekir

İlginizi çekebilir

Aksa Tufanı Oyunu Bozdu

Erdoğan başta olmak üzere bütün bölge ülkelerinin yöneticileri ise, o süreçte işgalci siyonist terörist İsrail ile normalleşme politikası yürütüyorlardı. Gazze müslüman Filistin halkının elinde olduğu süreçte bile bu halka ait doğalgaz rezervlerini İsrail gasp etmiş ve çaldığı bu gazı satmaya bile başlamıştı. Erdoğan ise hırsızın çaldığı bu gazın İsrail'e/hırsıza aidiyietini kabul edip hırsızla işbirliği yaparak bu çalıntı gazı Türkiye sahasından geçecek boru hattıyla Avrupa'ya ihraç edilmesinde hırsızla işbirliği konusunda 2022 yılında terörist İsrail Cumhurbaşkanı Herzog u Türkiye'de ailece ağırlayıp anlaşma yapmıştı.