BIGtheme.net http://bigtheme.net/ecommerce/opencart OpenCart Templates
Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Antalya ve Kenan Alpay Davaları, Hukuki Değil İdeolojiktir

Antalya ve Kenan Alpay Davaları, Hukuki Değil İdeolojiktir

Antalya’da başörtüsü yasağını protesto etmek için İnanç Özgürlüğü Platformu’nun düzenlediği basın açıklamasına çocukları ile birlikte katılan anne ve babalara “velayet hakkını kötüye kullanma ve çocukların ruh sağlığını bozmak” gerekçesiyle açılan davanın ilk duruşması 15 Ekim’de başlıyor. İddianamede, basın açıklamasına katılan 17 anne ve babanın 1 yıl hapisle cezalandırılması talep ediliyor.

13 Eylül 2008 tarihinde Özgür-Der’in Ramazan ayı eylemlerindeki konuşması dolayısıyla Özgür-Der Genel Başkan Yardımcısı Kenan Alpay hakkında TCK 216/1 ve 53/1-2 maddeleri gereğince “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme” suçlamasıyla açılan davanın ilk duruşması 16 Ekim’de yapılıyor. Kenan Alpay kardeşimizin ağzından dile gelen, İstanbul Özgür-Der’li kardeşlerimizin aşağıdaki ifadelerinde yer alan hususları bizler de İLKAV olarak Başkentte yıllardır dile getirmeye devam ediyoruz ve her şeye rağmen devam edeceğiz inşallah:

“Eğitimde Laik-Kemalist Dayatmaya Son!”” Bütün bir ülkeyi yani 70 milyonluk bir toplumu Kemalizm’e iman etmeye zorlayan bir eğitim sisteminin insanlıkla, akılla, ahlakla bir ilişkisi olabilir mi? Eğitim-öğretim sisteminde zorunlu eğitime tabi tutulan çocuk ve gençler Kemalizm’in ilkeleri doğrultusunda ulusalcı ve din (İslam) dışı bir cendereye sıkıştırılıyorlar. Eğitim öğretim kurumları 8 yıl boyunca her sabah tekrar eden ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım!’ antlarıyla başlayan akıldışı dogmalarla ve adeta savaşa giden askerlere verilen disiplin ve motivasyonla kuşatma altındadır. Putlaştırılmış bir eşiz ve ölümsüz bir lider Atatürk perspektifi, dinleştirilmiş bir Atatürk ilke ve inkılâpları öğretisi eğitimin özünü oluşturuyor. Törenler, büstlere karşı gösterilen saygı duruşları, Anıtkabir ziyaretleri modern ayinler, seküler ibadetler zorunlu eğitim çerçevesinde istisnasız tüm çocuklara, hatta öğrenci velilerine dahi dayatılıyor.”

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden Kemalist sistem ve bürokratlarıdır

Evet haklı olarak sürekli gündem yaptığımız ve gündemde tutmaya da devam edeceğimiz konuları, ideolojik zulümlerin ifşa edilmesini ve bunlara itirazı içeren böyle bir konuşma sebebiyle Kenan kardeşimiz hakkında hiç alakası olmayan TCK 216. maddeden dava açılmış bulunuyor. Bilindiği üzere bu madde, toplumu teşkil eden farklı ırk, din, mezhep ve bölgesel kesimlerin, bu farklılıkları kullanarak birbirine karşı, kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikeyi ortaya çıkaracak şekilde kin ve düşmanlığa tahrik edilmesini engellemeyi hedeflemektedir ki, bizim için, bu fiilin işlenmesinin önündeki en büyük engel, öncelikle İslami kimliğimiz ve vahyin ölçüleridir. Çünkü davetimizin muhatabı kesimleri birbirine kin ve düşmanlığa tahrik etmek yerine, bütün kesimleri vahyi mesajla buluşturmak, iman kardeşliğinde bütünleştirmek suretiyle kurtuluşlarına vesile olmak İslami kimliğimizin doğal bir gereğidir. Davetimizi reddederek, iman etmeyenlerle de, “dinimiz konusunda bizimle ve dinimizle savaşmamak, bizi yurtlarımızdan çıkarmaya kalkışmamak” şartıyla iyi komşuluk ilişkileri içinde barış, iyilik, adalet ortamında birlikte yaşamayı yine dinimiz istemektedir. Yani bizim, egemenlerin yasaları yasakladığı için değil, dinimizin hükümleri öyle gerektirdiği için, davetimizin muhatabı halk kesimlerini birbirine karşı kin ve düşmanlığa tahrik etmemiz asla düşünülemez.

Tam tersine, ülkedeki halkları, din ayrımı gözeterek bir kısmını “mürteci” olarak yaftalayıp açıkça ve resmen tehdit ve düşman ilan ederek, okulda, camide, askerde, toplumda, siyasette, hukukta, ekonomide, bütün alanlarda farklı toplumsal kesimleri ideolojik dayatmalarla bunaltarak, kendi dinini diğer kesimlere zorla kabul ettirmeye kalkışarak, baskı ve yasaklarla ezerek, kurduğu çetelerle kanlı provokasyonlar gerçekleştirerek, darbeler yaparak, muhtıralar vererek, keyfi, ideolojik kararlar verip, adaletsiz uygulamalara imza atarak, bu tür keyfi ve ideolojik davalar açarak, gerçek anlamda toplumu terörize eden, farklı kesimler arasına kin ve düşmanlık tohumları eken doğrudan egemen Kemalist sistem ve onun ideolojik darbeci, çeteci asker ve sivil bürokratlarıdır.

Çocukları istismar eden de, katleden de Kemalist sistemdir

Yıllardır keyfice, despotça sürdürülen başörtüsü zulmünü protesto eden aileler çocuklarıyla birlikte karakola götürülüp saatlerce sorgulanmışlardı. Ve o gün çocukların “bedensel ve ruhsal sağlığının bozulmasına” yönelik en büyük psikolojik baskıyı yapanlar, bugün sözüm ona “çocukların sağlığını ailelerden koruma” amaçlı iddianameyle aileleri yargılamaya kalkanlardır. Bu yaklaşım, zulme karşı itirazları susturmak isteyenlerin, bu amaçla çocukların konumunu istismar etmelerinden başka bir şey değildir. Bu ülkede bunca zulüm ve haksızlık varsa ve bu zulümler her gün evlerde tartışılıyor, gündem oluyorsa, anne babaların ıstırabını ve zulme karşı yapacakları mücadeleyi konuşmalarını çocukların bilmemesi mümkün mü?

Eğer egemen sistemce “çocukların beden ve ruh sağlığı” bu kadar düşünülüyorsa, bu konuda en küçük bir samimiyet taşıyorlarsa, yapacakları ilk iş yaptıkları zulme bir an önce son vermek ve keyfiliği, despotizmi sonlandırıp, insan haklarını ve adaleti egemen kılmak olmalıdır. Yoksa zulme karşı çıkan aileleri baskı altına alarak ve üstelik yapılan zulmü her gün çocuklarıyla birlikte göğüsleyen ailelere karşı çocuklarını kullanarak, zulme karşı itirazları susturmak mümkün değildir.

85 yıl boyunca yaptığı akıl almaz zulümler, baskılar, yasaklar, asimilasyon politikaları, derin suikastlar, faili meçhuller, halkları birbiriyle çatıştırma amaçlı provokasyonlar, asit kuyularına atılan insanlar, pimi çekilmiş bomba ile cezalandırılan erler, militarist kuşatmayla ideolojik işgal altına alınan okul ve camilerde gerçekleştirilen zihinlere yönelik vahşi işgaller, baskı altında kendisini gerçekleştirmeleri engellenen ve kirletilen körpe ruhlar hep Kemalist ulus devletin ve bağnaz, geri, laik ve ulusalcı kadrolarının eseridir. Bugün halen ilkokuldan itibaren kışlalaşmış, resmi ideolojinin ürkütücü tapınakları haline dönüştürülmüş okullarda çocuklara yapılan baskılar, askeri disiplinle, militarist kuşatma altında yaptırılanlar, eğitim adı altında gerçekleştirilen beyin yıkama ve öğütüm çalışmaları, çocukların beden ve ruh sağlığını korumak ve geliştirmek için midir? Körpe ruhlar ideolojik dogmalarla kirletilerek, tertemiz fıtratlar bozularak, zihinler boş ve saptırıcı düşüncelerle işgal edilerek, egemenlerin kapalı tribünlerde oturarak seyrettikleri Kemalizm dininin törenlerinde, çocuklar dayatılan korunaksız kıyafetlerle soğukta ve yağmur altında bekletilerek, çocukların beden ve ruh sağlığı mı korunmaktadır?

Aslında en büyük çocuk istismarcısı, onları küçücük yaşlarında zorunlu “öğütüm”le esir alıp ideoloji dayatmak suretiyle fıtratlarını bozan, resmi törenlerde soğukta ayağa dikip sistemin ulularını zorla alkışlatan ve seküler kutsallarına tazimde bulunmaya zorlayan Kemalist sistemdir. Sistem, tüm bu zulümleriyle, hem çocukların ruh sağlığını, kişiliklerini bozmakta, hem de bu zulme taş atan çocukları terörle mücadele kanunundan yargılayıp onlarca yıl ceza vermektedir. Ve çocuk Ceylan’ları havan mermileriyle katledenleri koruyarak çocuklara yönelik en zalimce suçların faili konumunda yer almaktadır. Evet, bütün bu zulümlerle hem çocukların, hem de büyüklerin ruh sağlığını bozan zalim Kemalist sistem iyice dibe vurmuş durumdadır. Taklit ettiği faşist modern paradigma ile birlikte insani olanı, insani değerleri, erdemleri tüketerek kendisini de toplumu da çürütmüş ve artık çökme sürecine girmiştir. Kemalist sistem bunca baskı, yasak ve zulümle bozduğu toplumun ruh sağlığının, insani erdemler ve vahyi ölçülerle tedavi edilmeye çalışılmasından, insanlık onurunun yeniden yüceltilmesinden ürkmekte ve var gücüyle bu tedaviyi engellemeye çalışmaktadır.

İşte bu sebeple, Kur’an’a, İslami kimliğe ve fıtratın yoluna dönerek, Kemalizmin yol açtığı çürümenin etkisinden kurtulup militarist kuşatmasını aşarak ve sistemin ürettiği laik ulusalcı enkazdan silkinip ayağa kalkarak insanları uyaranlar, kurtuluşun yoluna çağıranlar susturulmaya çalışılıyor. Kemalizmin yol açtığı bu derin yozlaşma ve çürümeye karşı fıtri değerleri yeniden yeşertecek, adalet ve özgürlüğün yolunu açarak insanlık onurunu yeniden yüceltecek bir yeniden dirilişin kıvılcımı olma çabası içinde olanlar, yozlaştırıcı ilkeleriyle birlikte ölüm döşeğine düşmüş sistemin can havliyle yaptığı son saldırılarla engellenmek isteniyorlar. Ayrıca, görece özgürlükler için “açılım” süreçlerinden bahsedilen bu dönemde bile hâlâ, adalet ve özgürlük mücadelesi verenleri susturmaya yönelik yargı baskısının devam ediyor olması, aslında özgürleşme açılımında ilk adımın atılması gereken alana da işaret eden bir açmazı ortaya koymaktadır. Ama bütün bu baskı ve saldırılar, beyhude son çırpınışlardır. Artık bu tür baskılar ve korkutmalar bile sistemi kurtarmaya yetmeyecek, tam tersine sistemin kaçınılmaz çöküşünü hızlandıracaktır.

Çocukları öldürmek, kişiliksizleştirmek, hapsetmek serbest, onları özgürleştirmek, kişilik kazandırmak suç öyle mi?

Antalya‘daki ve İstanbul’daki yeniden diriliş öbeklerine yönelik yargılamalar, geçmişte Ankara’da İLKAV’a yönelik kapatma davasının benzeri, korkutma, sindirme, susturma amaçlı keyfiliklere yeni örneklerlerden ibarettir. Antalya’daki kardeşlerimizin adalet ve özgürlük taleplerini bizler de yıllardır Ankara meydanlarında çocuklarımızla birlikte haykırıyoruz ve haykırmaya da devam edeceğiz. Bu tür baskıların bizi adalet ve özgürlük mücadelesinden vazgeçiremeyeceği artık anlaşılmalıdır.

Kemalist sitemin ulusalcı kadroları, Ceylan Önkol örnekliğinde yaşandığı gibi, çocukları havan mermileriyle parçalama eylemini örtmeye çalışırken, Antalya’da bu tür zulümlere ve başörtüsü yasağına karşı adalet ve özgürlük talebiyle meydanlara çıkanların yanlarında çocuklarını da getirmelerini, “çocukların ruh sağlığını bozucu” bir suç sayıp cezalandırmaya kalkmaktadırlar. Ceylan Önkol’un askeri mermiyle vahşice parçalandığı alana gelip sıcağı sıcağına olayı tetkik etme sorumluluğunu yerine getirmeyen savcılar, Antalya’da adalet ve özgürlük talep eden çocukların ve ailelerinin peşinde koşup ideolojik baskılar yapmaktan çekinmiyorlar. Yıllardır hep öyle olmadı mı? Çoğunluğu ideolojik savcılar genelde kanlı eylemlere imza atan derin çeteleri görmezden gelirken, hep düşüncelerini açıklayanların peşinde koşmadılar mı? Bunlar çökmeye yüz tutmuş sistemin on yıllardır devam ede gelen çelişkileridir.

Meydanlarda adalet ve özgürlük talep etmeyi, çocukların ruh sağlığına zararlı bulanlar, çocuk Ceylanların küçücük bedenini havan mermisiyle parçalama olayını örtmek için her türlü yola başvuruyorlar. Sonuçta çocuk Ceylan’ı havan mermisiyle öldürmekten kimse yargılanmazken ve başka çocukları öldürenler beraat ederken, çocuklarını adalet ve özgürlük talebi için meydanda slogan atmaya götüren aileler yargılanıyorlar. Anlaşılıyor ki, sistem çocuklara yönelik kişiliksizleştirmeye, ideolojik zulme ve katliama taraftar, onları özgürleştirmeye, onlara onur ve kişilik kazandırmaya ise düşman bir konumu tercih etmiş bulunuyor. Dua edelim de, Ceylan’ı ot toplamak için olay mahalline gönderdiği ya da Ceylan’ın katledilmesine itiraz ettiği için ailesi hakkında devletin güvenlik güçlerinin yıpranmasına sebep olmaktan dava açılmasın.

“Devletin ideolojisi ve çıkarı mı, yoksa adaletin tecellisi mi sizin için tercihe şayandır?” sorusuna yargıç ve savcılarının büyük çoğunluğunun “adaleti değil devletin ideolojisini ve çıkarını tercih ederim” dediği böyle bir sistemde, gerçek suçluların korunup kollandığı, mağdurların, mazlumların suçlu sayıldığı bu tür çelişkiler, böyle adaletsizlikler ve böyle ideolojik yargılamalar, hukuka aykırı keyfi kararlar sık tekrarlanan uygulamalardır.

İstanbul’da Kenan Alpay’a açılan dava da ideolojik ve temsili bir davadır

Son birkaç yıl içinde İLKAV, Özgür-Der kapatma davalarının ve en son olarak da Kenan Alpay hakkında ceza davasının açılmasına sebep olan husus, Kemalizm ve Atatürkçülük olarak adlandırılan resmi ideolojinin kıskacındaki eğitimin, devlet dayatmasıyla bir beyin yıkama, tek tipleştirme ve öğütüm aracı haline getirilmesine seyirci kalmayı kabullenmeyişimizdir. Resmi ideolojinin resmi törenlerinde, Kemalizm dininin ritüellerinde çocuklarımızın kişiliksizleştirilmesine, ikiyüzlülüğe zorlanmasına, aşağılanmasına, kendi dinlerine aykırı dini söylem ve ibadetlere zorlanmasına karşı suskun kalmayıp, bu zulme itirazımızı, adalet ve özgürlük talepli söylemlerimizi ardı ardına gündemleştirmemizdir. Hepimizden toplanan vergilerle yapılan okulların Kemalizm dininin tapınakları haline dönüştürülmesine ve militarizmin baskısı altında kışlalaştırılmasına karşı sorgulayıcı, hesap sorucu ve bu büyük zulmü ifşa edici tavırlar geliştirmemiz, İslam ile Kemalizm’in ayrıştırılmasına ve uzlaşmazlığına yönelik uyarılarda bulunmamızdır.

Anlaşılmaktadır ki, dinimiz İslam’ın ısrarla bizden istediği tevhidi iman ve ameller, egemen şirk sistemini rahatsız etmekte, bize ve çocuklarımıza okullardan başlayarak hayatın neredeyse bütün alanlarında dayatılan -kendi ifadeleriyle putçu- resmi ideolojiyi, “Kemalizm dini”ni benimsememiz ve gereğince amel etmemiz istenmektedir. Biz Kur’an’ın ayetleri gereğince hiç kimseye İslam’ı zorla kabul ettirmeye çalışmıyor ve kimseye İslam’ın hayat tarzını dayatmıyorken, Kemalistler / Atatürkçüler, yaklaşık 80 yıldır kendi dinlerine, ideolojilerine ve kendi hayat tarzlarına iman etmemizi ve ona uygun bir hayatı yaşamamızı zora dayalı yöntemlerle, hatta terör estirerek hepimize kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ülkemizdeki pek çok sorunun (İslami kimlik ve Kürt kimliği çevresinde, inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı politikalarla oluşturulan sorunların) kaynağında da işte bu büyük zulüm yatmaktadır.

İşte bu temel zulmün ifşası, insanların bu konuda düşünmeye ve sorgulamaya sevk edilmesi sistemi çok rahatsız etmektedir. Kendi yasalarında ve bağlı bulundukları uluslar arası hukukta, bu konudaki adil ve özgürlükçü söylemimizi engelleyecek herhangi bir müeyyide bulamayınca, alakasız yasalarla ve siyasi, ideolojik tutum ve kararlarla, hukuku yok ederek, bizi susturmaya, adalet ve özgürlük talebimizin önünü kesmeye çalışmaktadırlar. Bu ideolojik ve siyasi menşeli yargı zulmünün aracı olarak, daha çok TCK 216, 301 ve 5816 sayılı yasalar, bağlamından ve tedvin ediliş gerekçesinden koparılarak kullanılmakta, yasa metinlerinin muhtevası keyfi yorumlarla saptırılarak kanunsuz suç ihdas edilmektedir. Yani egemen sistem, her zamanki gibi, bir yandan sürekli yeni tabular, putlar oluşturup, dogmalaştırdığı ideolojisini benimsemeyenleri baskı altına alıp, bu putlarına itaat etmeye, boyun eğmeye zorlarken, bir yandan da acıkınca putunu yiyen müşrikler gibi, kendi putlarına, yasalarına ve imza attıkları uluslar arası hukuka da kolayca sadakatsizlik yapabilmektedir.

Bilinmelidir ki, İdeolojik Baskılar Bizi Asla Yıldıramayacak, Tevhid, Adalet ve Özgürlük Mücadelemizdeki Azmimizi arttıracaktır

Bu sebeple, ne yaparlarsa yapsınlar bizler mutlaka bu dayatmaya karşı çıkarak, öncelikle insanca, Müslüman’ca inanıp yaşamamızın ve özgürce kendimizi gerçekleştirmemizin önündeki en büyük engeli oluşturan bu büyük zulmü defetmek zorunda olduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Aslında İLKAV ve Özgür-Der olarak çok önemli bir yere parmak basmış bulunuyoruz. Ne pahasına olursa olsun, bu konudaki adalet ve özgürlük mücadelemizde ısrarcı olmalı, asla geri adım atmamalı ya da bu önemli nokta üzerine gitmeyi ertelememeliyiz. Çünkü hem vahyi evrensel ölçüler bakımından, hem de egemen sistemin de kendini nispet ettiği Batı insan hakları hukuku bakımından, son derece haklı bir konumda bulunuyoruz. Ayrıca herkes ve her kesim için adalet ve özgürlük isteyen bir mücadeleyi sürdürüyoruz. Hiçbir kesimin birbirine din ve ideoloji dayatmayacağı adil bir vasatta, herkesimin iyi komşuluk ilişkileriyle barış içinde bir arada yaşamasının güvencesi olmayı temsil eden son derece adil bir talebi gündemleştiriyoruz.

İşte bu kadar haklı ve adil olmakla da çok büyük bir güce sahip bulunuyoruz. Haklı olmaktan, herkes için adalet isteyen adil tutum ve söylemimizden kaynaklanan bu büyük gücümüzü fark edip, hak ve adalet uğrunda bedel ödemeyi göze alan ilkeli, onurlu bir mücadeleyle, bir yandan tamamen bozulup körelmemiş fıtratları, insani vasıflarını/erdemlerini tamamen yitirmemiş vicdanları harekete geçirebiliriz. Diğer yandan da, bu zulmün ve şirkin farkına varılmasını sağlayarak tevhidi daveti bu zeminde yeni insanlara ulaştırabiliriz. Bu sebeple, resmi ideoloji dayatmasını ısrarla gündemde tutmalı ve bu ideolojik zulmü ifşa zemininde insanları düşündürerek, hem laik, ulusalcı, Kemalist/Atatürkçü hem de Müslüman olunamayacağı hakikatini ısrarla ortaya koyarak tevhidi davetimizi yaygınlaştırmalıyız.

Bilmeliyiz ki, bu her iki dava da diğer benzerlerinde olduğu gibi ideolojik eksenli davalardır. Bu tür hukuki mesnetten yoksun, ideolojik davalar, aynı zamanda temsili davalar olarak açılırlar. Böylece, bu tür temsili yargılama ve cezalandırmalarla, yargılananlar üzerinden başkalarına da ders verilmeye çalışılır. Sisteme karşı bu tür direniş ve itirazlardan, muhalif çabalardan cesaret alıp başkalarının da adalet ve özgürlük talebiyle meydanlara çıkması engellenmek istenir. Evet, bu temsili yargılama ve cezalandırmalarla korku yaymak, insanların hak arayışındaki, özgürlük mücadelesindeki cesaretini kırmak, sindirip susturmak amaçlanır. O halde hepimiz adına yargılanan bu temsilcilerimize sahip çıkmalı ve onlara verilecek keyfi cezalarla bizleri korkutamayacaklarını, yıldıramayacaklarını, susturamayacaklarını zalim sisteme karşı açıkça haykırarak bu oyunu bozmalıyız.

İnanıyoruz ki, kendi yasalarına ve altına imza attıkları uluslar arası sözleşmelere de aykırı olarak açılan bu tür davalar, çoğunluğu “ideolojik bağımlı” olan yargıçlara değil de yasaları objektif uygulayan yargıçlara denk gelirse tıpkı İLKAV kapatma davasında olduğu gibi reddedilecek ve bu davalara hukuki mesnetten yoksun bir işgüzarlıkla muhatap kılınanların mağduriyetlerine de son verilecektir. Ancak ideolojik yargıçlara denk gelindiğinde de siyasi ve keyfi karar söz konusu olabilir ki, o da inşallah sistemin zulümlerine karşı mücadelemizi daha da güçlendirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Bizi susturacaklarını zannedenler yanıldıklarını anlayacaklardır. Baskılar, zulümler ve ideolojik yargılamalar, Allah’ın izniyle, tevhid, adalet ve özgürlük mücadelemizdeki azmimizi arttırmaktan başka bir sonuca yol açmayacaktır.

İlginizi çekebilir

Aksa Tufanı Oyunu Bozdu

Erdoğan başta olmak üzere bütün bölge ülkelerinin yöneticileri ise, o süreçte işgalci siyonist terörist İsrail ile normalleşme politikası yürütüyorlardı. Gazze müslüman Filistin halkının elinde olduğu süreçte bile bu halka ait doğalgaz rezervlerini İsrail gasp etmiş ve çaldığı bu gazı satmaya bile başlamıştı. Erdoğan ise hırsızın çaldığı bu gazın İsrail'e/hırsıza aidiyietini kabul edip hırsızla işbirliği yaparak bu çalıntı gazı Türkiye sahasından geçecek boru hattıyla Avrupa'ya ihraç edilmesinde hırsızla işbirliği konusunda 2022 yılında terörist İsrail Cumhurbaşkanı Herzog u Türkiye'de ailece ağırlayıp anlaşma yapmıştı.